Çanakkale Destanı…

Yorum bırakın

çanakkale Destanı,şehit,zafer,

 

Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,
Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde -gösterdiği vahşetle- “Bu bir Avrupalı!”
Dedirir: Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
Eski Dünya, Yeni Dünya, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi… Mahşer mi, hakikat mahşer.
Yedi iklimi cihânın duruyor karşısında,
Ostralya’yla beraber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ…
Hani, tâ’ûna da zuldür bu rezil istilâ!
Ah, o yirminci asır yok mu, o mahhlûk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcud ise, hakkıyle sefil,
Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz…
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
Sonra mel’undaki tahribe müvekkel esbâb,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.

Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a’mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lâğam,
Atılan her lâğamın yaktığı yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkâz-ı beşer…
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el ayak,
Boşanır sırtlara, vâdilere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız tayyâre.

Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler…
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal’a mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te’sis-i İlâhî o metin istihkâm.
Sarılır, indirilir mevki’-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun’-i beşer;
Bu göğüslerse Hudâ’nın ebedî serhaddi;
“O benim sun’-i bedi’im, onu çiğnetme” dedi.
Âsım’ın nesli… diyordum ya… nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmeyecek.
Şûhedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar…
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar…
Vurulmuş tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhid’i…
Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
“Gömelim gel seni tarihe” desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb…
Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.
“Bu, taşındır” diyerek Kâ’be’yi diksem başına;
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da ridâ namıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ’yı uzatsam oradan;
Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına;
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana…
Yine bir şey yapabildim diyemem hatırana.

Sen ki, son ehl-i salibin kırarak salvetini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin’i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran…
Sen ki, İslâm’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, ruhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a’sâra gömülsen taşacaksın… Heyhât!
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât…
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana âguşunu açmış duruyor Peygamber.

MEHMET AKİF ERSOY

destan,zafer,savaş,kahraman

DÜNYANIN İLK KAMU YÖNETİMİ OKULU ENDERUN MEKTEBİ

Yorum bırakın

Enderun, bir şeyin iç kısmı, iç yüzü, dâhili, harem dairesi gibi anlamlara gelmekte olup Enderun Mektebi ise Osmanlı Devleti’nde mülkî, idarî, diplomatik ve diğer önemli kadronun yetiştirildiği yerdir. Bu bağlamda Enderun Mektebi, dünyanın ilk “kamu yönetimi okulu” olarak da nitelendirilebilir. Osmanlı’yı cihan devleti yapan kurumların en başında bu Enderun Mektebi gelir ki, Osmanlı Devleti’nin ihtiyaç duyduğu devlet adamı kadrosu bu mektepten yetişirdi.

Bu mektepte öğrenciler, üstün zekâlılara ve çeşitli yeteneklere yönelik programlarla ve testlerle, ortalama 15 yıllık bir eğitimden geçtikten sonra, devletin ihtiyaç duyduğu üst düzey idarî/bürokratik ve askerî personelin yetişmesi sağlanmıştır. Nitekim bu konuda, önde gelen tanınmış psikologlardan Amerikalı Lewis Terman (Stanford-Binet adlı zekâ testini bulan kişi) Enderun Mektebi’ne alınan çocuklar için şunları söylemektedir: “Zekâ seviyesini ölçmek için ilk defa test yöntemi, Osmanlılarda Enderun mektebine seçilen öğrenciler için uygulanmıştır.” Amerikalı ünlü eğitimci Andreas Kazamias’ın Platon’un idealindeki okul olarak nitelediği Enderun, tarihçi Mustafa Armağan’ın da tam bir isabetle ifade ettiği gibi “Üstün Yetenekliler Fabrikası”ydı. Gerçektende kişinin yeteneklerine değer verip onları en iyi biçimde geliştiren Enderun Mektebi, Osmanlilarin düzenli, kendine özgü bir eğitim sistemini kurup başarılı sonuçlar aldıklarını göstermekte ve dünya eğitim tarihinde de önemli bir yer tutmaktadır. Bu bağlamda Enderun Mektebi, üstün yeteneklilerin eğitiminde “dünyadaki ilk sistemli eğitim” örneğini oluşturmaktadır. Öyle ki pek çok batılı kaynakta, Osmanlı Devleti’nin altı yüzyıl boyunca devam etmesinin temel nedeninin, üstün yetenekli çocukları Enderun’a devşirme yöntemiyle seçip orada eğitim verdikten sonra ülke yönetimini bu kişilere emanet etmesi olarak gösterilmektedir. Amerika’da Enderun Mektepleri hakkında 350′ye yakın akademik çalışma yapılmıştır.

Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, Enderun Mektebi’nde kişilerin yetenekleri, yapılan testler sonucunda belirlenerek bu doğrultuda eğitim-öğretim yapılırdı. Eğitimde temel ilke bireyin yetenekleri idi. 20. yüzyılın başında Amerikalı Eğitimci- Psikolog John Dewey’in “Çocuğa Göre Eğitim İlkesi” diye formüle ettiği düşünceyle çağdaş eğitimin öncülüğünü yaptığı dönemden yüzlerce yıl önce, Osmanlı Devleti, Enderun Mektebi’nde bu eğitim anlayışına göre hareket ediyordu. Eğitimde çocuğun yeteneklerini ve ilgilerini, bireysel farklılıklarını ön plana çıkarmayı, John Dewey’den yüzyıllarca önce Enderun Mektebi’nde başarıyla uygulamaya konulmuştur. Saray düzeni içinde ve devletin dış hizmetlerinde ilerleyip yükselebilmek büyük ölçüde kabiliyetlere dayalıdır. Bu sebeple öğretimin başından sonuna kadar ilgiye, kabiliyetlere ve bireysel farklılıklara öncelik tanınmıştır. Hazırlık okullarındaki öğrenciler hünerleri, dil ve edebiyat, çeşitli el sanatları, hattatlık v.s. gibi alanlardan birinde gelişip yetişme imkânı bulmuşlardır. Daha ileri düzeyde eğitim göremeyecekleri anlaşılanlar, bu aşamanın sonunda Yeniçeri Sipahi Ocakları ile ordunun çeşitli hizmetlerine aktarılmışlar veya sarayın ihtiyacını karşılamak için kurulmuş çeşitli atölye ve imalâthanelerde çalışma imkânı bulmuşlardır. Üst öğretim aşamasında da öğrenci, kabiliyetlerine uygun çeşitli öğrenim kademelerinden birinde yetişmiştir.

Sultan II. Murad zamanında kurulan Enderun Mektebi, gerçek kimliğine Fatih Sultan Mehmet zamanında kavuşmuştur. Fatih zamanında Enderun Mektebi yalnız bir devşirme mektebi olma hüviyetinden çıkarak, devletin siyasî sistemi için gerekli idarî ve mülkî kadronun eğitimine de yönelmiştir. Balkanlar’daki Hıristiyan halktan ve Anadolu’dan devşirilen oğlanlar, önce Anadolu’da seçilmiş Turk çiftçi ailelerine verilir, üç dört yılda Türk ve Müslüman kültürünü kazandıktan sonra da İstanbul ve Edirne’deki çeşitli saraylara yerleştirilirdi. Bu hazırlık sarayları: Edirne Sarayı, Galata Sarayı, İbrahim Paşa Sarayı ve İskender Sarayı olmak üzere dört taneydi. Bu sarayların eğitime tahsis edilmiş odalarında eğitim görürlerdi. Burada acemi oğlanlar olarak fizikî ve ruhî talimler ve terbiyeler aldıktan sonra “çıkma” denilen mezuniyet usulüyle imparatorluğun farklı bölgelerindeki görev yerlerine tayin olunurlardı. Bunlar arasında en yetenekli olanları ise daha iyi bir eğitim almak üzere Enderun’a kabul edilirdi. Bu mektebin bir diğer özelliği ise, sadece başkent İstanbul’da bulunmasıdır. Osmanlılarda temel eğitim kurumu olan medreseler, imparatorluğun dört bir tarafını kaplarken, Enderun Mektebi sadece İstanbul’da bulunmaktadır.

Bir İngiliz sefiri(elçisi) Enderun mektepleri hakkında şunları söylemektedir: “Osmanlılar, aldıkları esirlere hiç kötülük yapmıyor, kardeş gibi davranıyorlar. Hangi milletten, hangi dinden olursa olsun, küçük çocukların zekâlarını ölçüyorlar. Keskin zekâlı çocuklar, seçilerek saraydaki Enderun denilen mekteplerde, değerli öğretmenler tarafından okutuluyor, İslâm bilgileri, İslâm ahlâkı, fen, kültür dersleri verilerek, kuvvetli, başarılı Müslüman olarak yetiştiriliyorlar. Osmanlı ordularını zaferden zafere ulaştıran değerli kumandanlar, Sokullular ve Köprülüler gibi seçkin siyaset ve idare adamları, hep böyle yetiştirilen keskin zekâlı çocuklardı. Osmanlı akınlarını durdurmak için, bu Enderun mekteplerini ve bunların kolları olan medreseleri yıkmak, Osmanlıları fende geri bırakmak lâzımdır.”

Burada bir konuyu özellikle belirtmemiz gerekiyor: Osmanlının temel amacı toplumda adaleti gerçekleştirmekti. Adaleti gölgeleyen faktörlerin başında da arkadaşlık, dostluk, akrabalık, kan bağı vb. yakınlıkların geldiği bilinen bir gerçektir. İnsan; arkadaş ve kan bağının bulunmadığı bir bölgede adaleti daha kolay tatbik edebilmektedir. İşte Osmanlılarda, en yüksek devlet görevlerinin devşirmelere verilmesinin temel sebebinin bu husus olduğu daha iyi anlaşılmaktadır. Yani onlar, toplumda kan bağı, akrabalık gibi kişiyi etkileyen faktörlerden uzak olduklarından adaleti daha rahat gerçekleştiriyorlardı. Birkaç hainin durumuna bakılıp ta, gerçekleri göz ardı etmek ilmî realiteyle asla bağdaşmaz.

Enderun öğrencileri, gün doğmadan iki saat önceden kalkar, hamama gidip yıkandıktan sonra, toplu halde sabah namazını kılarlardı. Diğer bütün vakit namazları da cemaatle kılınırdı. Padişah İstanbul’da ise sabah namazları Ayasofya Camii’nde padişahla beraber kılınırdı. Yatış ve kalkışları güneşin doğuş ve yatsı namazının vaktine göre değişirdi. Çoğu zaman yatsı namazı kılındıktan sonra yatılırdı. Perşembe günleri yatsıdan sonra her odada, topluca padişahın sıhhat ve selameti için dua, din ve devlet düşmanlarının kahrı için topluca beddua edilirdi. Giyim ve kuşamları, bizzat padişah tarafından temin edilir ve mertebelerine göre farklılık gösterirdi. Elbiselerin düzenli ve temiz kullanılmasına özen gösterilirdi. Enderun öğrencilerinin faydalanması için Enderun Kütüphanesi vardı. Topkapı Sarayı’ndaki diğer kütüphanelerden de faydalanılırdı. Bütün eğitim öğretim masrafları bizzat padişah tarafından karşılanırdı. Temizlik ve nezaket kurallarına son derece dikkat edilirdi. Mesela yere tükürmek, öksürürken mendilini ağzını kapamamak, kirli elbise giymek cezayı gerektirirdi. Verilen cezalar katı ve sertti. Bu disiplin ve ceza anlayışı öğrencilerin sabırlı, dayanıklı, saygılı ve alçakgönüllü olmasını sağlıyordu.

Askerlik, siyaset ve teknik konuların ağırlıklı olarak okutulduğu Enderun Mektebi’nin bir diğer özelliği, saray içinde bulunması ve bütün derslerin Türkçe okutulmasıdır. Fatih kanunnameleri ve Enderun Mektebinin durumu da gösteriyor ki, Osmanlı devrinde Türkçeye devlet dili olarak gereken önem verilmiştir Osmanlı devrinde Türkçenin devlet dili olarak hâkim olmasının bir başka sebebi de Enderun Mektebi’dir. Enderun, saray içinde bir okuldur. Sarayda, orduda ve hükümet işlerinde çalışacak memurları ve hizmetlileri yetiştirmek bu okulun görevi idi. Bu okulda okuyanlar, her bakımdan Türkçeyi en iyi şekliyle bilmek zorundaydı, bu nedenle de Türkçe derslerinin saatleri çoğaltılmıştır. Türkçe yazı çeşitlerini, güzel yazıyı, millî musikimizin usûl ve kaidelerini öğretmek de Türkleştirme siyasetini sağlayan ve millî kültürü kuvvetlendiren tedbirlerdendir.

Enderun mektebinin açılmasından maksat Hıristiyan tebaadan alınan yetenekli çocukları, gerçek Müslüman iyi ve güvenilir bir devlet adamı ve asker yapmak, sanatkâr ruhlu olanların yeteneklerini geliştirmekti. Bu, bir anlamda “beyin göçü”ydü. Askeri temele dayalı Osmanlı Devleti’ne, yetenekli kumandan yetiştirmek gereği büyüktü. Üstelik bu gereklilik, devamlı büyüyen ülkenin farklı din, dil ve kültürlere mensup kitleleri idare edecek; çekip çevirecek kadrolara ulaşmak için ivedilikle sağlanmalıydı. Padişah, devlet erkini, ancak, kendisine mutlak şekilde bağlı, sadık, minnet duygularıyla dolu, aynı zamanda çok iyi yetişmiş ve yetenekli kişilere teslim edebilirdi. Enderun’un açılmasının esas temelinde bu düşünce vardı.
Sadece devlet yönetimi ile ilgili düşünce ve tutumlarında değil, genel olarak insan anlayışlarında da tebaaya karşı tutumlarında asla bir zorlama vuku bulmamıştır.

Enderun mektebine önceleri devşirme çocukları alınırken daha sonra İstanbul ve Anadolu’dan Müslüman çocukları da alınmaya başlandı. Esasen Kanuni Devrinden itibaren Türk çocukları da Enderun Mektebi’ne alınmıştır. Nitekim Osmanlı bürokrasisi sadece devşirmelerden ibaret değildir. Divan ve taşra teşkilatında da yükselme olup buralar genelde Türklerin hâkim oldukları kurumlardır.

Enderun’da Eğitim Öğretim ve Okutulan Dersler

Enderun Mektebi’nde eğitim öğretim faaliyetleri bir bütün ve de uygulamalı olarak yapılırdı. Askerlikten diplomasiye, güzel sanatlardan spora kadar her türlü eğitim-öğretim üst düzeyde ve tatbikî/uygulamalı olarak yapılırdı. Bugünkü Japon eğitim sisteminin “uygulama ağırlıklı” eğitim sistemini, yüzyıllar öncesinde Enderun Mektebi’nde başarıyla uygulanmıştır. Eğitim-öğretim, birbirini izleyen yedi odada verilirdi. Odalara “Koğuş” da denilirdi. Öğrenciler sarayda her odanın gereklerini yerine getirirlerdi. Odalardaki eğitim süresi bir ile iki yıl arasında değişirdi.

Enderun’da başarıyı arttıran ve günümüzdeki ideal eğitim anlayışı içinde sayabileceğimiz önemli unsurlar şunlardır:

1- Buraya alınacak öğrenciler büyük bir dikkat ve titizlikle seçilirdi.

2- Teorik öğrenimin yanı sıra uygulamaya da geniş yer ayrılırdı.

3- El becerilerinin kazandırılmasına önem verilirdi.

4- Nitelikli ve seçkin öğreticiler (müderris/dânişment) derslere girerdi.

5- Zaman/yaş sınırlamasından çok liyakat ve başarı esasına göre sınıf atlanırdı.

6- Üst düzey öğrenciler, daha alt düzeydekilere rehberlik yapardı.

7- Öğrencilerin beden ve ruh sağlığına aynı derecede özen gösterilirdi.

8- Estetik anlayışıyla her bir öğrencinin kişisel yeteneğine göre bir güzel sanatla ilgilenmesi sağlanırdı.

9- Bireysel ilgi ve yetenekleri destekleyip geliştirmeğe elverişli esnek bir yapıdaydı.

10- Öğrenciler sabah kalkışından yemek saatleri ve akşam yatışına kadar tam bir disiplin içinde düzenli yaşamak zorundaydı.

11- Gösterilen en küçük bir başarı dahi ödüllendirilirdi.

12- Öğrencilerin başıboşluğunu ve zaman kaybını önlemek için yapılan hatalar değişik şekillerde cezalandırılırdı.

Enderun’u değerlendirirken başından sonuna kadar titizlikle takip edilen ve başarılıların bir üst öğretim düzeyine yükselmesi, başarısızların ise askerî birliklere sevki olarak ifade edilebilecek olan “çıkma” ile öğrencilerin tam entegrasyonunu sağlamaya dönük olarak Türk-İslam kültürünün eksiksiz verilmesi göz önünde bulundurulmalıdır.

Enderun’da eğitim, tedrici/aşamalı bir yapıya sahipti. Enderun Mektebi’nde okuyanların eğitim süresi boyunca geçmeleri gereken on iki terfi sınavı vardı, ancak bu sınavlardaki başarılarının yanında; öğrencilerin ilgileri, yetenekleri ve bireysel farklılıkları da önemli bir rol oynardı. Çok üstün başarı göstermediği müddetçe bir içoğlanı, asla Enderun’u tamamlayamaz, ara kademelerde “çıkma” olarak ayrıldığı odanın derecesine göre bir birliğe tayin olunurdu. Şöyle ki: Enderun Mektebi’nde öğrenciyi sık sık imtihan etmek suretiyle öğrenci eleme usulü, elenenlerin sokağa bırakılmayıp yan hizmetlerde değerlendirilmesi, yeteneklilerin tespiti, eğitimde teori-pratik bütünlüğü ve adâb-ı muaşeret(görgü/edep) kurallarının öğretilmesi önemli bir yer tutmaktadır. Bazı uzmanların, Osmanlıların elitleşmesini sağlayan bu rekabetçi ve başarısızlığı affetmeyen buluşuna “eğitim mucizesi” demeyi tercih etmeleri bu yüzdendir. Bugün Japon mucizesinin temelini oluşturan “uygulamalı eğitim” sistemi, yüz yıllar öncesinden Enderun Mektebi’nde başarıyla uygulanmıştır. Bilgiyi ahlâkla beraber verme, teoriyi pratikle/uygulamalı olarak öğretme, Enderun Mektebi’nin ana gayelerinden olmuştur. “Enderun Efendisi” veya sadece “Enderunlu” tabiri, artık nesli tükenmiş olan “İstanbul Efendisi” tabirinin eşanlamlısı olarak kullanılmıştır.

Enderun Mektebi’nde verilen eğitiminin temel özelliği İslam ve Osmanlı kimliğinin ve kültürünün öğretilip benimsetilmesiydi. Zira Osmanlı Devleti, bir İslam Devletidir. Bu durum, gayet tabidir. Osmanlı dünya görüşünü kuranlar, yani Osmanlı düşünürleri ve bilim adamları, devletin dini ve etnik açıdan farklı toplulukları barındırdığının şuuruyla, devlet idaresini ırk temeli üzerine bina etmemeyi yeğlemişler, çeşitli din ve milletlerden devşirilen, padişaha ve devlete sadık bir yönetici sınıfı oluşturmuşlardı. Farklı coğrafya ve kültürlerden gelen bu gençler Türk-Müslüman kültürüyle yoğruluyor, İslam-Osmanlı devlet ve dünya görüşünü ediniyor ve bu düşüncenin muhafızlığını ve bayraktarlığını yapıyorlardı. Asli müesseselerin bozulmadan korunduğu klasik dönemde Enderun halkı ve Enderun’dan yetişenler bu anlayışı yenileyerek ve canlı tutarak sürdürebilmişlerdir. Bu sayede devlet, bütün kurumlarıyla misyonunu lâyıkıyla yerine getirebilmiş, böylece cihan devleti olmayı başarabilmiştir.

Enderun’da eğitim öğretim şu beş konu üzerinde toplanmıştı:

1) Öğrencinin İslamî ilimlerde en iyi şekilde yetişmesi sağlanırdı.

2) Dönemin, bütün pozitif ilimleri okutulurdu.

3)Saray protokolünü, saray ile ilgili diğer işleri “mefruşat” uygulamalı olarak en iyi şekilde öğrenirlerdi.

4) Güzel sanatlarla ilgili eğitim öğretim verilerek “estetik bilgisi”nin gelişmesi amaçlanır; böylece bireyin güzel duygulara, güzel düşüncelere sahip olması sağlanırdı.

5)Meslekî eğitim verilerek, bir meslekte uzmanlaşması sağlanırdı.

İslamî İlimler: Kuran-ı Kerim, İlmihal, Tefsir, Hadis, Kelam, Tecvit, Akaid, Arapça ve Farsça, Peygamberler Tarihi, Ferâiz(Miras İlmi).

Müsbet ilimler: Tıp, Heyet(Astronomi), Hendese (Geometri), Cebir(Matematik), Tarih, Coğrafya, Mantık, Hukuk, Hikmet, Türk Dili ve Edebiyatı, Sarf, Nahiv, Bed-i Beyan (Güzel Konuşma), Belagat, Riyaziye(Matematiğin bir dalı), Şiir ve İnşa, Medni(Söz ve Lügat), Hitabet, Maanî(Sözdizimi, Sentaks), Durub-i Mesel(Atasözleri).

Güzel Sanatlar: Musiki, Tezhip, Hüsn-ü Hat, Cilt Sanatı, Mimari, Minyatür., Oymacılık, Kakmacılık.

Beden Eğitimi ve Spor: Binicilik, Kılıç çekme, Gürz, Koşu, Avcılık, Ok atma, Atlama, Mızrak, Çelik-Çomak, Güreş, Meç, Ağırlık kaldırma, Cirit, Şamar Atma.

Meslekî Eğitim: Giyim, deri işlemeciliği, inşaat, kuyumculuk, çeşitli ilaçların ve merhemlerin yapımı gibi.

Bu dersleri alanlarında uzman hocalar ve mesleğinde ehil sanat erbabı üstatlar verirdi. Bu eğitim sistemi sayesinde mezunlar birçok alan hakkında gerekli temel bilgileri öğrenirken, kendi yeteneklerini ve ilgi alanlarını belirleyip o alanlarda uzmanlaşma imkânına da sahip olabiliyordu. Bu mektepte, kapatılana kadar geçen süreçte 63 sadrazam, 3 Şeyhülislam, 23 kaptan-ı derya, çok sayıda Kubbealtı Veziri, Defterdar, Beylerbeyi, Sancakbeyi, Yeniçeri Ağası, Mimar, Nakkaş, Ressam, Minyatür Ustası, Hattat, Musikişinas, Kâtip, İmam, Müezzin, Müverrih, Şair, Âlim, Hanende vb. yetişmiş ve uzun yıllar başarıyla hizmet etmişlerdir.

Enderun Mektebi’nde Odalar

Enderun, aşağıdan yukarıya doğru 6 odadan oluşuyordu(bazı tarihçiler küçük ve büyük odaları ayrı yarı sayarlar ki, bazı kaynaklarda yedi oda olarak ta geçer) Bu odalar küçük ve büyük oda, doğancılar odası, seferli odası, kiler odası, hazine odası ve has oda şeklinde sıralanmaktaydı. Öğrenciler odaların alt basamağında öğretime başlar, üste doğru yükselirdi. Eğitim ve öğretim, uygulamalı ve de teorik olmak üzere iki şekilde yapılırdı. Enderun’daki talebeler, “dolamalı” ve “kaftanlı” olmak üzere iki kısımdılar. Büyük ve küçük odadakilere “dolamalı”, diğer odadakilere “kaftanlı” derlerdi. Bu da giydikleri elbiseden dolayıdır.

1) Küçük ve Büyük Oda (Hane-i Kebir ve Hane-i Sağır): Enderun’un ilk iki kademeleridir. Meslek okullarıdır. Giydiklerdi kıyafetlerinden dolayı kendilerine ”dolamalı” da denilirdi. Enderun’un hazırlık sınıfı konumunda olan bu odalarda, Türkçe, Arapça ve Farsça dersleri öğretildikten sonra, güreş, atlama, koşu, ok atma, cirit talimleri yapılırdı.

2) Doğancı Koğuşu (Hane-i Bâzyân): Enderun’un üçüncü basamağıdır. ”Kaftanlılar” olarak da anılırdı. Hünkârın av doğanlarının bakımı ve yetiştirilmesi, saray kuşlarının bakım ve üretimi, av ve avcılık hizmetlerini yerine getirirlerdi. Yaklaşık kırk öğrenciden oluşurdu. Ağalarına “doğancıbaşı” denirdi.

3) Seferli Odası (Hane-i Seferli): IV. Murat zamanında kurulmuştur. Bu odanın öğrencileri eğitim ve öğretimin yanında pratik yaparlar, padişahın gittiği yerlere giderler, Enderun halkının çamaşırlarının yıkanması ve tertibiyle ilgilenirlerdi. Daha sonraları, deri işleri, dokuma, tezhip, musiki, oyma ve kakma işleri yaparak meslek öğrenirlerdi. Meşkhane denilen klasik musiki öğretimi de burada yapılırdı. Tanburi Osman, Enderunî Ali Bey gibi bestekârlar ve musikişinaslar buradan yetişmiştir. Ağalarına “saray kethüdası” denirdi.

4) Kiler Koğuşu (Hâne-i Kiler): II. Murat zamanında kurulmuştur. Enderun ve saray halkının her türlü yiyecek ve içecek ihtiyaçlarını hazırlayıp korurlardı. Sofra hizmetleri, çeşitli şerbetlerin, macunların, hastalık ilaç ve merhemlerinin yapımı ve korunmasını sağlarlardı. Ağaları “kilercibaşı” idi.

5) Hazine Koğuşu: Fatih Sultan Mehmed zamanında kurulmuştur. Buradaki öğrenciler hazinenin açılıp kapanması ve korunmasını sağlarlar, hazineye paranın giriş ve çıkışını deftere kaydederlerdi. Amirlerine “hazinedarbaşı” denirdi.

6) Has Oda: Enderun’un en yüksek, en son ve en seçkin kademesidir. II. Mehmed’in emri ile kurulmuştur. Has odadakiler, Enderun mektebinin elit (en yüksek) kısmı idiler. Defalarca testlerden geçerler, bundan sonra da bizzat padişaha takdim edilirlerdi. Genç olmalarına rağmen büyük bir mevkiye sahip olurlardı. Burada bulunanlara devrin en iyi eğitimi ve öğretimi verilirdi. Buradaki eğitimin ana hedefi elemanları idarecilik yönünden yetiştirmekti. Bu odanın mevcudu kırk civarındaydı. Amirlerine “hasodabaşı” denirdi. Has odada kalanlar Hırka-i Saadet odasını temizlemek, mukaddes emanetleri muhafaza etmek, kandil gecelerinde öd ağacı yakmak ve gül suyu dökmek gibi sorumlulukları da vardı. Hünkâr müezzini, sır kâtibi, sarıkçıbaşı, başçavuş gibi padişahın hususi hizmetinde bulunanlar da genellikle bu odadan seçilirdi.

Enderun Mektebinin bozulma nedenlerine gelince; devşirme usulüne aykırı öğrenci alınması, birçok kimsenin şeref bulmak düşüncesiyle, çocuklarını Enderun’da okutmak için köle diye satması; böylece bu okula ehil olmayan yeteneksiz kimselerin alınması, Batı metotları ile eğitim yapan okulların açılması ve bunların gitgide çoğalmasıyla mektebin önemi iyice azaldı. Yine Enderun Mektebi’ndeki eğitim sisteminin asrın gereklerine ve donanımlarına ayak uyduramaması ve özellikle devlet ve saray idaresinin, yeniçeri ağaları ve valide sultanlar tarafından bozulması gibi nedenlerle imparatorluğun başka pek çok müessesesi gibi Enderun’un da disiplini ve eğitimi yozlaşmıştır. Modern eğitimin gittikçe yerleşip yayılması karşısında, Enderun Mektebi’nde de modern eğitimin ilkelerini uygulanmaya başlandı. Ancak, şehirde Türk ve ecnebi olmak üzere çeşitli genel kültür kurumlarının ve meslek okullarının açılması, özellikle Enderun mektebi’nden çıkanların, Tanzimat’tan önceki dönemde olduğu gibi, devlet görevlerine tayinlerdeki üstün durumlarını kaybetmeleri, halk arasında özellikle devlet ileri gelenleri katındaki değerini sarstığından bu eğitim yuvası kalkınamadı ve 1908 İkinci Meşrutiyet’in ilânını takip eden günlerde, 1 Temmuz 1909′da tamamen kapatıldı.

Netice itibarıyla şunları söylemek gerekirse Devlet-i Aliye’nin eğitim öğretim hususundaki temel müesseselerinden biri olan Enderun Mektebi, devletin en üst düzeyde siyasî, idarî, bürokratik, askerî, ilmî ve sanatsal personelinin yetişmesini sağlamıştır. Osmanlimiz, dünya eğitim tarihinde bir çığır açmış, birçok noktada öncü olmuş Enderun Mektebini gelistirmistir. Zira Enderun Mektebi, çok yönlü amaçları olan bir eğitim ve devlet felsefesi, bir siyasî ve idarî nizam, bir dünya görüşüdür. Enderun Mektebi’nin ve bu mektebin kuruluş amacının, programları, çalışma sistemi ve teşkilatlanmasıyla, eğitim ve öğretimin değerlendirildiği, öğrencilerin daha kaliteli yetiştirilmesi düşüncesinin bütün toplumlar tarafından kabul edildiği, iyi bir gelecek için entellektüel insan unsurunun öne çıkmaya başladığı asrımızda, bölgesinde asırlarca kavga çıkartmadan birçok etnik unsuru, yüzyıllarca barış ve huzur içinde başarıyla yönetmiş bir devletin, vasıflı ve nitelikli idareciler yetiştirmede bizlere öğreteceği çok şey vardır.enderun,osmanlı,padişah,mektep

osmanlı robot icad etmiş…

Yorum bırakın

osmanlı , imparator,imparatorluk,padişah,robotSultan 2. Abdülhamid’in Japonya’ya 1889 yılında robot hediye ettiği ortaya çıktı.

Osmanlı’nın son dönemine damgasını vuran Sultan 2. Abdülhamid Han’ın, günümüzde teknolojiye öncülük eden Japonya’ya 1889’da robot hediye ettiği anlaşıldı. İnsan şeklinde tasarlanan ve ismi ‘Alamet’ olan robotun özelliğinde ise yok yok. Araştırmacı-Yazar Oktan Keleş’in arşivinde yer alan Alamet’in orijinal fotoğrafları Yıldız Sarayı yangınında zarar görmüş. Ancak fotoğrafın kalan parçaları bile 120 yıl sonra ilk kez gündeme gelen bu ilginç olayı anlatmaya yetecek cinsten.

İnsan şeklinde tasarlanan ve ismi ‘Alamet’ olan robotun özelliği ise sema edip yarım metre yürüyebilmesi ve her saat başı ezan okuyabilmesi…

“Semâzen şeklinde, normal bir insan boyuna yakın, saatli bir robot. Kaideye oturtulmuş gövdesi; saat başı semâ ediyor, bu esnada kollarını açıyor, gümüş levhalardan yapılmış etekleri açılıyor ve aynı anda ezan okuyor. Tüm bunları yaparken yarım metre yürüyor, hem dönüyor ve ezan bitince de tekrar yarım metre geri giderek yerine dönüyor; kollarını ve eteklerini indiriyor. Robotun tamamı gümüş ve altın kaplamadan yapılmıştı. Robotun arka kısmında kurma yeri mevcuttu ve yedi günde bir kuruluyordu.

Sultan Abdülhamid Han asrın teknoloji harikası bu eseri, Ertuğrul Firkateyni vasıtasıyla yazılmış özel bir mektup, hediyeler ve nişanlar ile beraber Japon İmparatoru’na göndermişti. Firkateyn dönüş yolunda 450 mürettebatıyla birlikte batmıştı.

osmanlı , imparator,imparatorluk,padişah,robot

Selahaddin EYYUBİ…

Yorum bırakın

KUDÜS FATİHİ olarak anılan Selahaddin EYYUBİ (1138-1193) Ortaçağ İslam tarihinin en büyük kumandanlarından biri olarak kabul edilir. Dünya tarihine adını yazdırması, 88 yıl Frank işgali altında bulunan Kudüs’ü Haçlılardan geri alması sebebiyledir. Avrupa’da Arslan Yürekli Richard olarak bilinen ünlü İngiliz komutan hem karadan, hem denizden saldırmasına rağmen Kudüs’ü Selahaddin’den alamamış ve yenilgiyi kabullenmiştir. Savaş sırasında yaralanan Richard’a doktorlarını yollayan, vurulan atına karşılık iki Arap atı hediye eden Selahaddin için büyük İngiliz komutan “Ben insanlığı Selahaddin’den öğrendim.” demiştir…

eyyubi,selahaddin

HASAN SABBAH

Yorum bırakın

1035 yılında İran’ın Kum kentinde dünyaya gelmiştir. Bazı İddalara göre Hasan Sabbah, Nizam-ül Mülk ve Ömer Hayyam aynı dönemde öğrenciydiler ve çok yakın arkadaştılar. Aralarında yaptıkları bir anlaşmaya göre aralarından ilk hangisi yükselirse diğer ikisine de yardım edecektir. Nizamülmülk, Selçuklu Sarayı’nda başvezirliğe yükselince Ömer Hayyam’ı ve Hasan Sabbah’ı saraya aldırır. Hasan Sabbah’ın hızlı yükselişini çekemeyen Nizamülmülk, Hasan’a ihanet eder ve entrikalar çevirip onu saraydan attırır. Bunun üzerine hem Selçuklu İmparatorluğu’nu yıkmak hem de başvezirden intikam almak isteyen Hasan Sabbah, Alamut Kalesi’ni zaptederek HAŞAŞİLER adında bir İsmaili örgütü kurar. Müritlerine cennetin anahtarının kendisinde olduğu inancını aşılamış, kendini sahte bir peygamber olarak tanıtmış ve onlara haşaş içirip Selçuklu Devletin’de ve Bizans’ta suikasler düzenlemiştir. Assasin (ingilizce Suikastçi) kelimesi de Hasasin yani Haşaşkeş kelimesinden türemiş, bu örgüt yüzyıllarca kendilerine karşı çıkanlara korku salmıştır. 1124 yılında ölen Hasan Sabbah öldüğünde arkasında güçlü bir silahlı örgüt ve sadece İran’da değil tüm Mezopotamya’da korkulur bir askeri ve siyasal güç bırakmıştır

hasan,sabbah hasan sabbah

İstanbul depremi ( küçük kıyamet )

Yorum bırakın

‎10 Eylül 1509’da İstanbul’da gerçekleşen ve şiddeti 7.4 olarak tahmin edilen Büyük İstanbul Depremi, o yıllar 160 bin nüfuslu İstanbul’da 5 bin kişinin ölümüne neden olmuştur. Tsunamiye de neden olan ve binden fazla evin yıkılmasına sebep olan depreme “Küçük Kıyamet” de denmektedir. Tahttaki II. Bayezid deprem sonucunda halktan özel bir vergi toplayıp, İstanbul’a 75 binden fazla işçi ve usta getirerek şehrin yeniden yapılanmasını sağlamıştır.istanbul ,tarih,deprem

Filozof ların tırt ölümleri…

Yorum bırakın

Antik filozofların ölümlerinin hikayeleri, kuşaktan kuşağa aktarılırken efsaneleştirilmiştir: “Sicilyalı Empodokles bir tanrı olduğunu kanıtlamak için Etna Yanardağı’nın kraterine atlamıştır. Herakleitos cilt hastalığını yenmek için bütün vücudunu gübreyle kaplamıştır ve o halde aç köpekler tarafından parçalanmıştır. Pythagoras kendisini öldürmek için kovalayan düşmanlarından kaçarken karşısına bir fasülye tarlası çıkmıştır. Fasülyeleri ezmek yerine ölümü tercih etmiştir. Crinis bir farenin viyaklamasından korkarak ölmüştür. Krisippus kendi yaptığı şakaya gülerken ölmüştür. Diyojen nefesini tutarak ölmüştür.” Resimde David Jacques-Louis “Seneca’nın Ölümü” adlı eseri vardır. Seneca, Kral Neron tarafından intihara zorlanmıştır


filozof Seneca

Ord. Prof. Fritz Neumark’ın Osmanlı tarihi hakkındaki müthiş iddası

Yorum bırakın

”Osmanlı Arşivi tam olarak ortaya çıkarsa, bugünkü tarihlerin yeniden yazılması gerekir”

[Ord. Prof. Fritz Neumark (1900-1991), Hitler’den kaçarak 1933’te Türkiye’ye gelir. İstanbul Üniversitesi İktisat ve Hukuk fakültelerinde dersler vermiştir.

20 Temmuz 1936’da kurulan ve 1937 yılı yaz sömestrsinde faaliyete geçen İktisat Fakültesi’nde (Umumi İktisat ve Maliye Teorisi Kürsüsü) başkanlığı da yapmıştır. 1952’de döndükten sonraFrankfurt Üniversitesi’nde rektörlük yapmıştır.]

Alman Profesör Neumark ile bir kısım talebesi Boğaziçi’nde geziye çıkarlar. Talebelerden biri Prof. Neumark’a, (Avrupa bizi neden sevmez?) diye sorar. Prof. Neumark şu cevabı verir:

(Çok samimi olarak itiraf edeyim ki, Avrupalı, Türkleri sevmez ve sevmesi de mümkün değildir. Asırlardır kilisenin Türk ve İslam düşmanlığı Hıristiyanların hücrelerine sinmiştir. Sebeplerine gelince:

1- Müslüman olduğunuz için sevmez.

2- Sizler farkında değilsiniz ama onlar şu gerçeğin farkındadırlar: Tarihten Türk çıkarılırsa tarih kalmaz. Osmanlı arşivi tam olarak ortaya çıkarsa, bugünkü tarihlerin yeniden yazılması gerekir.

3- Avrupa’nın pazarı idiniz. Şimdi Avrupa’yı pazar yapmaya başladınız.

4- En az 400 yıl Avrupa’da sırtımızda ve ensemizde at koşturdunuz.

5- Selçuklular Anadolu’yu, Osmanlılar ise orta Avrupa ve Balkanları Haçlı ordusuna mezar ettiler.

6- Sizi silah ile yenemeyenler, sizleri kendilerine benzeterek hâkimiyet sağladılar.

7- Selçuklu ve bilhassa Osmanlı, İslamiyet uğruna her şeyini feda etmeseydiler, İslamiyet bugün belki sadece Hicaz’da varlığını devam ettirirdi, kaldı ki Vehhabiliği kuranlar da, İngiliz Dominyon Bakanlığı’nın adamlarıdır. Batı her yerde İslamiyet’i, sapık inançlara kanalize etti. Ama Osmanlı, Asr-ı Saadeti devam ettirdi.

8- Kilise size kin kusmaktadır, sebepleri yukarıdadır.

9- Ben Türkiye’ye geldiğimde 2 üniversiteniz vardı, şimdi 19 üniversite var. [O tarihteki sayı]

10- Sizler, gerçek hüviyetinize döndüğünüz an Avrupa’nın refahı ve medeniyeti yıkılır.

11- Yine sizler, Avrupa’nın tarihi düşmanısınız ve daima düşman olarak kalacaksınız.

Osmanlı arşivlerinden ermeni meselesi…

Yorum bırakın

ermeni meselesi

KARS VE ARDAHAN HAVALİSİNDE MÜSLÜMANLARA VE ESİRLERE YAPILAN SOYKIRIM

Kars ve Ardahan havalisinde soykırıma uğrayan Müslümanların
sayısının 30.000’e vardığı, muhafazası Ermenilere verilen Osmanlı esirlerinin
çok kötü muamele gördükleri ve tüfek dipçikleriyle öldürüldükleri; Osmanlı
ordusu içinde bulunan Ermeni ve Rumların kasden esir düşerek Ruslara bilgi
sızdırdıkları, Kafkasya Ermenilerinin de önce Osmanlılara esir düştükleri ve
sonra kaçarak öğrendiklerini Ruslara bildirdiklerine dair.
Massacre of prisoners and Muslim population in the
nighborhood of Kars and Ardahan.
The number of Muslims committed to the guards of Armenians and
massacred by them after being inflicted physical pains upon and struck by the butt
of rifles reached 30.000; the Armenians serving in the Ottoman army were
deserting and deliberately surrendering to Russians to disclose informations about
the said army; Armenians from the Caucasus were first allowing to be taken
prisoners by the Ottomans and afterwards evading and delivering to the Russians
the intelligence they gathered.
19 R. 1333 (6. III. 1915)
Bâb-ı Âlî
Hâriciye Nezâreti
Umûr-ı Siyâsiyye Müdîriyet-i Umûmiyyesi
Mühimme Kalemi
Kayıt Numarası: 90
Fî 21 Şubat sene [1]330
Hulâsa: Kafkasya’daki
İslâmlara ve üserâya mezâlim
Dâhiliye Nezâret-i Celîlesine
Kars ve Ardahan havâlîsinde hükûmetin tahrîkiyle bi’l-hâssa Ermeniler
tarafından itlâf edilen Müslüman erkeklerin adedi otuz bine vardığı ve hânelerinin
ihrâk edildiği ve karlı ve buzlu dağlara dökülen bî-çâre kadın ve çocukların hâli dilhırâş
bulunduğu ve muhâfazası Ermenilere verilen Osmanlı üserâsının bunlar
tarafından envâ‘-i sû-i mu‘âmelâta ma‘rûz kaldıkları ve tüfenk dipçiğiyle döğülerek
itlâf edildikleri mevsûkân istihbâr kılındığı ve Ruslarla temâsda bulunan asâkir-i
Osmaniyye miyânında Rum ve Ermenilerin bulunmasını Kafkasya’daki hayırhâhlarımızın
tenkîd etmekte oldukları ve rivâyet olunduğuna göre bunların bi’l
iltizâm esîr düşdüklerini ve Kafkasya Ermenilerinden bir kısmının da amden bize
esîr düşerek ve sonra kaçarak öğrendiklerini Ruslara söylediklerini binâ’en alâ-zâlik
bu bâbda ihtiyât edilmesi Tahran Sefâreti’nden bildirilmişdir. Harbiye Nezâret-i
Celîlesi’ne teblîğ-i keyfiyyet olundu.
Üserâmıza hüsn-i mu‘âmele edilmesi esbâbının istihsâli zımnında İtalya
Sefâreti nezdinde mükerreren teşebbüsât-ı kaviyye icrâ olunmuş ve aksi takdîrde
Rus esirlerine karşı tedâbir-i şedîde ittihâz olunacağı bildirilmişdir, efendim.

BOA. HR. SYS. 2878/1, Belge no: 2

 

ermeni meselesi

Bâb-ı Âlî
Dâhiliye Nezâreti
Emniyyet-i Umûmiyye Müdîriyeti
Diyarbekir Vilâyeti’nin fî 21 Mayıs sene [1]332 târîhli
telgrafnâmesi sûretidir.
Mültecîlerden Karakilise’nin Girekol karyesi Muhtârı Nezir bin Esad ve Poti
karyeli Mehmed bin Hacı Ağa, Varto kazâsının Veliköy karyesinden Van’da
bulunan Mehmed bin Bay Mirza’nın, Dirik kazâsı Mahkeme Re’îsi Abdülmecid,
Müstantık Kemal, Jandarma Kumandanı Mülâzım Sabri ve Polis Me’mûru Mustafa
efendiler ma‘rifetleriyle ma‘a’t-tahlîf alınan ifâdelerinden istîlâya ma‘rûz ve
İslâmlarla meskûn kurâ ve kasabâtda Rusların Ermeni çeteleriyle birlikde genç
kadın ve kızlara tahammül-güdâz işkencelerle alenen fi‘l-i şenî‘ icrâ ve
beğendiklerini alıp sevketdikleri ve kaçıp kurtulabilen binlerce ihtiyâr ve çocukları,
diri diri hânelere doldurularak ihrâk ve câmi‘ ve türbeleri harâb ve tahkîr ve bir
takım İslâmların cesedlerini parçalayarak ateşde pişirip sağ olanların önüne atarak
ekletmelerini icbârla telezzüz ve daha kaleme alınması mümkin olmayan envâ‘-i
fecâyi‘ vahşeti irtikâb etdiklerini görüp işitdiğini mübeyyin ifâde-i mazbûtaları irsâl
kılındığı Dirik Kâ’im-i makâmlığı’ndan iş‘âr kılınmağla evrâkların vürûdunda derhâl
takdîm kılınacağı ma‘rûzdur.

ERMENİ VE RUSLARIN YAPTIKLARI SOYKIRIM
Ermeni çeteleri ve Rusların Müslüman halka ırza tecavüz, ihtiyar veçocukları hanelere doldurup yakma, cami ve türbeleri harab edip tahkir etme,cesetleri parçalayarak ateşte pişirip sağ olanlara yemeleriiçin zorlama gibi
birtakım mezâlim uyguladıklarına dair Diyarbakır ve Trabzon
vilayetlerindengönderilen yazılar.  

Massacre and atrocities perpetrated by Armenians
and RussiansAccording to writings sent from the provinces of Diyarbekir and TrabzonArmenians bandits and Russians assaulted muslim population, raped women,crammed in houses old people and small children and then burned them, profanedand destroyed mosques and saints’ sepulchres, grilled corpses cut into pieces and
then forced the survivors to eat them

ermeni meselesi

Bâb-ı Âlî
Dâhiliye Nezâreti
Emniyyet-i Umûmiyye Müdîriyeti
85 numaralı tezkireye melfûfdur.
Sûret
Of kazâsının Savan karyesinden olup düşmanın istîlâsından sonra bir takrîble kaçarak
buraya gelen Şehbâz oğlu on beş yaşlarında Mustafa bin Mehmed, ber-vech-i âtî ifâdede
bulunmuşdur:
«Bundan bir ay evvel askerimizin ric‘ati üzerine köyümüze giren düşman
askeri etrâfı keşf ve tarassud ederek askerimizin adem-i mevcûdiyetine istihsâl-i
kanâ‘at etdikden sonra, kemâl-i dikkat ve ihtimâm ile hânelerimizi, erkek ve
kadınlarımızın üzerleri bi’t-taharrî nukûd, ziynet-i inâs-ı beytiyye ve’l-hâsıl emvâl-i
menkûle nâmına buldukları ve ele geçirdikleri eşyanın kâffesini ahz ve zabteylediler.
Bu mu‘âmeleyi bitirenden sonra benim gibi birden bire çıkamayıp da geride kalan
kadınlarımıza ta‘arruz ve tecâvüze başladılar. Karyemizden Şah Ali oğlu Mehmed’in
zevcesi Nazlı’ya, Altun oğlu Hamdi’nin zevcesi Fâtıma Hûriye ve Şehbaz oğlu
İsmâil’in zevcesi Âişe ve Astavel oğlu Hüseyin’in kızı Emine ve Molla Ali oğlu
Ali’nin zevcesi Sâliha’ya şahısları ve tavr-ı vaz‘iyyetlerinden Ermeni olduklarını
anladığımız efrâd tarafından vâki‘ olan tecâvüz ve icrâ edilen fi‘l-i şenî‘in bi’z-zât
şâhidiyim. Ben köyden bir hafta çıkamadım. Düşman askerinin vahşiyâne
tecâvüzâtı ve gasb ü müsâdere mu‘âmelâtı üç gün kadar devam eyledi. Bundan
sonra zükûr ve inâs büyük ve küçük herkes Rize’ye doğru sevketmek üzere iken
dört nüfûsdan ibâret olan â’ilem efrâdıyla bir gece köyden kaçmağa muvaffak
olarak buraya geldim.» diyerek beyânâtına nihâyet vermekle ifâdesi bi’l-kırâ’e
kendisiyle tarafımızdan imzâ edildi.

ermeni meselesi

Bâb-ı Âlî
Dâhiliye Nezâreti
Emniyyet-i Umûmiyye Müdîriyeti
Van Vilâyeti’nin 8 numara ve 5 Haziran sene [1]332 târîhli
tahrîrâtı sûretidir.
Ruslar ile Ermeni komitelerinin İslâm ahâlî hakkında revâ gördükleri
mezâlime mütedâ’ir olarak bu kerre icrâ etdirilen tahkîkâtı hâvî zabıt varakası leffen
pîşgâh-ı sâmî-i nezâret-penâhîleri kılınmağın ol bâbda.
Aslına mutâbıkdır

ERMENİ VE RUSLARIN VAN’IN REŞADİYE NAHİYESİNE
BAĞLI AŞNAK KÖYÜNDE YAPTIKLARI MEZÂLİM

Van’ın Reşadiye nahiyesine bağlı Aşnak karyesine hücum eden Ermenive Rusların vahşiyane zulümler yaptıkları, kadınları ve çocukları diri diriyaktıkları, ihtiyar ve genç erkeklerin gözlerini oydukları, genç kızların alenen ve
suret-i vahşiyanede namuslarına tecavüz ettikleri, Müslüman kadın ve kızlardanon beş tanesini ayırarak bir odaya hapsettikleri ve akşam eğlenirken bu
kadınları çırılçıplak soyarak “Haydi namaz kılınız bakalım, nasıl
kılıyorsunuz” diyerek onlara cebrettikleri ve nihayet tecavüz ederek çeşitliişkenceler altında öldürdüklerine dair.

Atrocities committed by the Russians and Armenians in
the village of Aşnak of the Township of Reşadiye in Van.
Russians and Armenians attacking the village of Aşnak in Van hadcommitted savageries and atrocities upon its population, burning living women andchildren, tearing out the eyes of old and young men, openlyviolating young girlsand choosing ten girl and women and after shutting them up in a room and at
thenight, while feasting and jeering stripped off their clothes and shouted: “Nowperform your worship let’s see how do you do it” forcing them to execute their will
and then, while being raped and tortured they fell dead under rape and tortures.

osmanlı arşivi

Dâhiliye Nezâreti Emniyyet-i
Umûmiyye Müdîriyeti
Bâb-ı Âlî
Dâhiliye Nezâreti
Emniyyet-i Umûmiyye Müdîriyeti
Van’ın Reşadiye nâhiyesine tâbi‘ Aşnak karyesine muhteliten ve müştereken
hücûm eden Rus ve Ermenilerin karye-i mezkûrede icrâ eyledikleri fezâhat ve
irtikâb etdikleri denâ’et, insâniyyeti ve bütün âlem-i medeniyyeti kan ağladacak
derecede olduğu ve bu cümleden olarak kadın ve başı tüylenmemiş çocukları diri
diri yakmak, ihtiyâr ve genc erkeklerin sağ sağ gözlerini oymak, genc kızların alenen
ve sûret-i vahşiyânede nâmûslarına tecâvüz etmek, hâsılı bütün kâ’inâtı titretecek
canavarlık ve gaddârlık etmiş olduklarını, hatta Ermeni kafilesinin ileri ve yanında
bulunan Gevaş’ın Norkoh karyeli Apre, Ahtamar kilisesinin Murahassı Bizinik, yine
Gevaş’ın Arpit karyesinden Mirbeg, Arpitli Oseb, Mazarapetli (?) Butros, Anzaklı
İso nâm canavarlar, Müslüman kadın ve kızlarından on beş kadar güzel ayırarak bir
odaya habsetdikleri ve akşam işret masasının etrâfına toplanıp bu ma‘sûm ve bîçâreleri
çırçıplak etdikleri, “Haydi namâz kılınız bakalım nasıl kılıyorsunuz! “itâbıyla
zavâllılara cebretdiklerini ve onlar da korku ve telâşlarından eğilip kalktıkca bu
nâmûs düşmanları “Yaşasın Ermenistan, kahrolsun Müslümanlar” diyerek
gülüşdüklerini ve nihâyet zavâllıların bikrlerini izâle ve nâmûsları o murdâr eller ile
lekelendikden sonra envâ‘-i işkence altında telef etdiklerini ma‘a’l-kasem arz ve işbu
mahalli imzâ eyleriz.
Fî 1 Nisan sene [1]332
Bu dahi Bu dahi
Mahmud
Muhâcir Kesân
Beylerinden
Hâmid Bey oğlu Ali
Muhâcir Kesân Beylerinden
Hacı Bey oğlu Selim Han
Muhâcir Arvanesli [Avranesli]
Meşâyih-i Nakşibendiyyeden

osmanlı arşivi

Bâb-ı Âlî
Dâhiliye Nezâreti
Emniyyet-i Umûmiyye Müdîriyeti
Erzurum Vilâyeti’nden alınan 10 Mayıs sene [1]332
târîhli telgrafnâmenin sûretidir.
C. [cevab] 8 Mayıs sene [1]332. Rusların işgâl eyledikleri yerlerde İslâm ahâlî
hakkında yapdıkları mezâlim büyük bir târîh teşkîl eder. Geçen sene Rusların
Hasankala hattından hudûd-ı asliyyeye tard ve teb‘îdi üzerine Pasinler ahâlîsinden
iki binden ziyâde ahâlî-i İslâmiyyeyi berâber getirerek bir kısmını itlâf, diğer kısmını
dâhile sevketmişlerdir. O zaman Salimli karyesine giren bir Ermeni çetesi, köyde ne
kadar bâkir varsa ırzlarına tasallut etdikleri gibi kendilerine teslîm olmayan Reşid
Bey’in gelini[ni] katl ve kâ’imvâlidesini cerheylemişlerdir. Garb ordusu[nun],
Yüzveren köylerinde elli üç İslâm cenâzesi götürdüğünü Köprü köyünden 19
Kânûn-ı Evvel sene [1]331 târîhinde arzetmiş idim. Bu sene Erzurumun
sukûtundan sonra, Rusların işgâl etdikleri yerlerde yapdıkları kıtâl ve i‘tisâf geçen
seneden pek fazladır. Erzurum şehrinde dokuz kişiyi i‘dâm ve on dört yaşına kadar
bütün nüfûs-ı zükûru muhtelif ve mechûl istikâmetlere sevketmişlerdir.
Erzurum’dan, Aşkala’dan ve ahîren Tercan’dan firâr edip gelebilen Reşid Bey ve
rüfekâsının verdikleri îzâhâta göre Kazak ve Ermeni çetelerinden mürekkeb
müfrezelerin Aşkala, Ilıca, Tercan kazâlarında mal nâmına ne gördülerse kâmilen
gasb ve gerilere sevkeylemekde bulundukları ve Hovik karyesiyle Pekeriç
nâhiyesinde, başda imâm olduğu hâlde yüzü mütecâviz İslâmı çoluk çocukları
önünde katl ve pek çok muhadderât-ı İslâmiyyeye tasallut etdikleri ve Rusların
pîşdâr kuvvetlerinin Ermeni bakâyâ süvârîlerinden ibâret bulunduğu anlaşılmışdır.
Ruslar Erzurum’da bütün câmi‘lerdeki halıları toplamış ve geriye sevketmişdir.
Geçen sene taht-ı işgâlimizde iken terkolunan Tavuskerd ve Artvin cihetlerinden
kaçanların ifâdesine göre, Ruslar orada İslâm nâmına birşey bırakmamışlardır.
Pekeriç nâhiyesinde Ermenilerin teşkîl ve mahkeme tesmiye etdikleri hey’et-i
zâlimenin verdiği karârla Tercan ve civâr kurâsında kalan ileri gelenlerden üç-dört
yüz kişi i‘dâm edilmişdir. Bunların esâmîsini yakında arzederim. Erzurum
vilâyetinde elli binden fazla mevâşî ve üç yüz bin koyun Ruslar tarafından alınmış
ve ahâlî-i İslâmiyye yedinde çift hayvânâtı bile bırakmamışlardır. Ermenilerin en
büyük mezâlimi Van’da cereyân etmişdir. Vanın sukûtu ihtimâliyle on dört kayığa
irkâben Tatvan iskelesine sevkedilen bin iki yüz kadın ve çocukdan, ancak yedi
yüzü Bitlis’e vâsıl olmuş, muhâlefet-i havâdan dolayı Erciş önüne düşen yedi
kayıkdan üçü Ermeniler tarafından batırılmışdır. Diğer kayıklara karşı dört sâ‘at
devam eden yaylım ateşi üzerine, elliyi mütecâviz kadın ve çocuk şehîd olmuş ve bu
miyânda Erzurumlu Ârif Efendi ile iki polis, bütün efrâd-ı â’ileleriyle şehîd
düşmüşlerdir. Van’dan Norduz tarîkıyla Bitlis’in Pervari kazâsına kaçmak isteyen
sekiz-on bin Müslüman, Mamhuran [Mahfuran] deresinde kâmilen katli‘âm
edilmişlerdir. Bunlar içerisinde kurtulabilen Van Ma‘ârif Müdîri Şerif Bey bu ahvâle
şâhiddir. Adana Vâlîsi Cevdet Bey o zaman Halil Bey müfrezesiyle binlerce kadın,
çocuk cesedi görmüşlerdir. Ordunun lutf-ı hakla ahd-i karîbde ilerilemesi üzerine
Rus ve Ermenilerin yapdıkları fecî‘alar tamamen görülecek ve tafsîlâtı
arzedilecekdir.

ERMENİ ÇETELERİ İLE RUSLARIN MÜSLÜMANLARA VE
MUSEVİLERE YAPTIKLARI SOYKIRIM
Rusların Ermeni çeteleriyle birlikte Hasankala’dan hudûd-ı asliyyeyesürüldüklerinde beraberlerinde götürdükleri iki bin islâm ahalisinden bir kısmınıöldürüp bir kısmını ülke içlerine sevkettikleri, Erzurum’da dokuz kişiyi idam
edip on dört yaşına kadar olan erkek nüfusu meçhul yerlere gönderdikleri; Pekreçnahiyesinde Ermenilerden oluşan bir mahkemenin üç-dört yüz kişiyi astığı,Aşkale, Tercan, Ilıca, Tavuskerd ve Artvin cihetlerinde İslâm namına birşey
bırakmadıkları, Van’da Ermenilerin iki yüz kadar kadın ve çoçuğu öldürüpMahfuran Deresi’nde sekiz-on bin Müslümanı katlettikleri, Narmanhududunda Hot karyesi ahalisinin mitralyözlerle tamamen imha edildiği,
Bitlis’in Çukur nahiyesindeki Morh-i Süflâ muhacirlerinin çoğunun kılıçtangeçirildiği, Ergani, Cinis, Pezentan ve Semerşeyh karyelerinin ahalisiyle birlikte
yakıldığı; Kürt Bedirhani Kamil’in şarlatanlığı sebebiyle Bitlis’e yakın bir yereyerleştirilen pek çok köy ahalisinin açlıktan öldüğü, ağır hasta çoçukların Bitlis
Hastahanesi’nde vahşice öldürüldüğü, Balekan karyesinde katledilenlerincesetlerinin köpeklere yedirildiği, Çukur’da esir edilen kadın ve kızlara tecavüz
edilip ihtiyarların yakıldığı, çocukların süngüyle öldürüldüğü vesâir katliama dairErzurum, Bitlis ve Mamuretülaziz vilayetlerinden gelen telgraf sûretleri.
Massacres of Muslims and Jews by Armeniansand Russian banditsWhile Russians together with Armenian bandits were forced back fromHasankala to their own frontiers, they killed a part of the two thousand muslimfolk they took away and drove the remaining to an unknown destination in the
inland; in Erzerum the Russians and the said bandits executed nine people andsent the whole male population above forteen years to no one knows destination; in
the sub-district of Pekreç a self appointed Armenian tribunal sentenced somethree-four hundred people to the gallows and hanged them; in the surroundings of
Aşkale, Tercan, Ilıca, Tavuskerd and Arvin no one muslim was left alive; inVan Armenians after having killed about two hundred women and children,
massacred eight to ten thousand muslim people in the valley of Mahfuran; thepopulation of the village Hot on the boundary of Narman were entirely
exterminated with machine-guns; the majority of immigrants living in MarhiSufla of the subdistrict of Çukur attached to Bitlis were put to the sword; the
entire villages of Cinis, Pezantan, Ergani and Şemerşeyh with all of theirinhabitants were burnt up and due to the pretentious ignorance of the Kurdish
Bedirhani Kamil many villages’ inhabitants settled in the vicinity of Bitlisperished from starvation; seriously ill children cared of in Bitlis Hospital weresavagely slain; in the village of Balıkan Corpses were thrown to the dogs to feed
on; Çukur women and girls were raped and old people burnt, small children werebayoneted and many other massacres committed; all these facts are stated in copies
of dıspatches sent by the governorships of Erzurum, Bitlis and Mamuretülaziz.

osmanlı arşivi

Bâb-ı Âlî
Dâhiliye Nezâreti
Emniyyet-i Umûmiyye Müdîriyeti
Bitlis Vilâyeti’nden alınan 11 Mayıs sene [1]332 târîhli
telgrafnâmenin sûretidir.
C. [cevab] 9 Mayıs sene [1]331
1- Hudûd köylerinde ta‘arruz-ı nâgehânî ile bidâyet-i harbde kalan kırk bini
mütecâviz ahâlî-i İslâmiyye cins ve sinn tefrîk edilmeyerek nâmûslarına ta‘arruz ile
imhâ edildikleri, kaçabilen pek az efrâdın ifâdeleriyle sâbitdir.
2- Narman hudûdunda Rusya’nın Hot karyesi ahâlîsini mitralyözlerle
kâmilen imhâ edip bazı hânelerden tek tük kadın ve erkek olarak kurtulanlar
Erzincan’ın Mitini karyesinde iskân edilmişler. Hot’a civâr köylerin de aynı ta‘arruza
hedef olduklarını ifâde ediyorlar. Ruslar İslâm tebe‘alarına ta‘arruzla harbe
başlıyorlar.
3- Üç yüz otuz bir Şubatı’nın üçünde Bitlis’e mülhak Çukur nâhiyesinin
Morh-i Süflâ muhâcirîni Bitlis’e gelirken Kazak askeri tarafından muhâsara ile oraya
civâr mahalde bulunan askerlerimizin muvâcehesinde kılınçdan geçirilmişlerdir ki,
ancak üç yüz kadın kurtulabilmişlerdir.
[4]- Van’ın Şatak köylerinde kalan İslâm ahâlînin bu son günlerde katli‘âm
edildiği haber alınarak Ergani, Cinis karyelerinin nüfûslarıyla birlikde Ermeni ve
Ruslar tarafından ihrâk edildiği Mekteb Müdîri Mutîullah Bey’in tahkîkâtıyla sâbit
olmuşdur. Hoşablı Bahri Bey nezdine o havâlî muhâcirîninden gönderilen câsûslar
da bu katli‘âmı te’yîd etmişlerdir. Arâzînin hâlî kalmasından ve erzâksızlıkdan
müte’essir olan Rus kumandanı, Van’da on iki Ermeniyi i‘dâm ve iştirâk eden Rus
efrâdını tecziye ile Hoşâb’da kalan Kürdleri teskîne tevessül etmişlerdir.
5- Bitlis’de Kürdleri Ruslara ısındırmak denâ’etinde kullanılan Bedirhânî
Kâmil’in Çukur’da, Gölbaşı, Ağaçur Kotni, Pan [Pav], Çapkis, Meşkan, Kakito,
Müştak, Siz, Zurnaçur [Zirnaçur], Kisham, Morh-i Ulyâ, Müsürüp [Müsürü],
Bizatum [Bizatun], Tahtalı-yı Boy[r]an, Muş’un Martektuk [Mongok] ve civâr
köylerinin ihrâk ve ahâlîsinin Ermenilerle birlikde Ruslar tarafından imhâsını te’sîr-i
nüfûzuna ve teşebbüsüne mâni‘ olduğu şarla[ta]nlığıyla Prens Şahofski ile Rus
kumandanına bildirmesi üzerine ele geçen efrâdı Bitlis’e karîb bir köyde ikâmet
etdirmişler ise de açlıkdan kısm-ı küllîsi telef olup bir kaçı Mutiki [Mutki]’ye firârla
ahvâli söylemişlerdir.
6- Van’da pederi Yüzbaşı Selim Efendi ile vâlide ve akrabâlarına vukû‘ bulan
ta‘arruz-ı şenî‘i, muhâcirîn arasında aylarla [aylarca] dolaşmış, nihâyet Şırnak
dağlarında yalnız gezmekde iken getirilen jandarma kumandanının beslediği sekiz
yaşındaki Mehmed, vekâyî‘-i fecî‘anın şâhid-i ma‘sûmudur.
7- Uzak yakın hiç bir akâribi olmadığından dolayı Bitlis Dârü’l-eytâmı’na
toplatılan beş yüze karîb etfâlin biraz müdrik olanları ne kadar vekâyi‘in şâhididir.
Bunların yetmişi Diyârbekir Dârü’l-eytâmı’na gönderilmişdi. Ağır hasta olan
ma‘sûmların Bitlis Hastahânesi’nde vahşiyâne itlâf edildiği mervîdir.
[8]- Muhâcirînin istîlâ edilen mahaller nüfûsunun üçde biri râddesinde[n] az
olması, târîhinde bir misli daha görülmemiş katli‘âma ma‘rûz olmalarındandır ki,
arâzî-i müstevliyenin ._ atılacak derecede hâlî bulunmasıyla müsbitdir. Şimdilik
esîrlerin iştirâklerini ketm ile Ermenilerin cins ve sinn tefrîk etmeyerek Kürdleri
imhâ etdikleri Siird’de ifâde olunmuşdur. Bu bâbda kumandanlık nezdinde ifâdât-ı
mazbûtaları olacakdır.
[9]- Kosor(?)’un Pezentan karyesi bir ferd kurtulmamak üzere şenâ‘atden
sonra ihrâk edilmişlerdir. Bulanık’ın Semerşeyh karyesi ahâlîsi şenî‘ ef‘âlden sonra
katli‘âm olunmuşlardır. Çukur’un Müsürü karyesi ahâlîsinden on beş nefer
kesildikden sonra, parça parça olunmuşlardır. Baltan [Balekan] karyeli iki kişinin,
Meşkan karyesi önünde şehîd edilerek na‘şları kelblere yedirilmişdir. Çukur’da esîr
edilip sevkedilen yüz sekiz kişiden on üçü Bulanık yolu üzerinde itlâf edilirken,
diğerleri muhâfızlara ta‘arruzla firâr etmişlerse de Bitlis’de ve Surih karyesinde genç
kadın ve kızlara şenâ‘at icrâsıyla dâhile sevk, ihtiyarlar ihrâk, sıbyân süngü ile itlâf
olunmuşlardır.
10- Van polis müdîr vekîli olup, Bitlis Serkomiseri Vefik Efendi’nin sûret-i
şehâdetini, Komiser Mehmed Efendi’nin mecrûhiyetini, ma‘sûmînin katlini
Bitlis’den firârında Deliktaş’daki ilticâgâhından gördüğünü yazan Siird Jandarma
Tabur Kumandanı Muvaffak Beyin hâtırât-ı mufassalası pek fecî‘ vekâyî‘i hâkîdir ki,
posta ile gönderilecekdir.
11- Diyarbekir’deki Bitlis komiser ve polislerinin o sırada çıkan ahâlîyi
bildiklerinden fecâ‘ate dâ’ir meşhûdât-ı vâkı‘alarının tanzîm etdirilmesi menût-ı
re’y-i sâmîleridir.

osmanlı arşivi

Dâhiliye Nezâreti
Emniyyet-i Umûmiyye Müdîriyeti
Mamûretülazîz Vilâyeti’nden alınan 11 Mayıs sene [1]332
târîhli telgrafnâmenin sûretidir.
C. [cevab] 8 Mayıs sene [1]332. Rusların Ermeni çeteleriyle birlikde Bitlis ve
Muş ve civârında istîlâ eyledikleri sâ’ir mahallerde; kadınları ve çocukları katletmek,
ırz ve nâmûsa tecâvüzde bulunmak gibi birçok fecâyi‘ ve şenâyi‘de bulundukları,
zulm ve tecâvüzlerinden kurtulup da buralara can atmış olan muhâcirînin ifâde-i
müdelleleleriyle mertebe-i sübûtdadır. Bu bâbda gerek mülhakât ve gerek merkezce
muhâcirlerden müfredâtıyla alınacak ma‘lûmâtın ehemmiyetleri telgrafla ve diğerleri
posta ile arzolunacakdır.

osmanlı arşivi

Bâb-ı Âlî
Dâhiliye Nezâreti
Emniyyet-i Umûmiyye Müdîriyeti
Diyarbekir Vilâyeti’nin 177 numara ve 4 Haziran sene [1]332
târîhli tahrîrâtı sûretidir.
30 Mayıs sene [1]332 târîhli ve 162 numaralı arîza-i âcizîye zeyldir.
Van ve Bitlis vilâyetlerinin düşman istîlâsına ma‘rûz kaldıkları esnâda
Ruslarla Ermeni çeteleri tarafından ahâlî-i İslâmiyyeye îkâ‘ edilen mezâlim ve fecâyi‘
hakkında Mardin Mutasarrıflığı’ndan tanzîm ve irsâl kılınan on bir sahîfeli evrâk-ı
tahkîkiyye aynen ve leffen takdîm kılınmış olmağla ol bâbda.

osmanlı arşivi

Bâb-ı Âlî
Dâhiliye Nezâreti
Emniyyet-i Umûmiyye Müdîriyeti
Bitlis Vilâyeti mürettebâtından olup muvakkaten Mardin’de müstahdem
polis me’mûru dokuz numaralı Yasin Efendi bin Hacı Mehmed
Efendi’nin ba‘de’t-tahlîf görülen lüzûma binâ’en
ahzolunan ber-vech-i zîr ifâdesidir.
Fî 19 Mayıs sene [1]332
Mardin Livâsı Komiseri
Ahmed Nazif
– Bitlis’in düşman tarafından istîlâsında orada bulundunuz mu?
– Evet orada idim.
– Ba‘de’l-istîlâ Ruslarla Ermeni çetelerinin ahâlî-i İslâmiyye hakkında ne gibi bir
mu‘âmele ve ta‘arruzları vukû‘ bulduğuna dâ’ir meşhûdât ve ma‘lûmâtınızı mufassalan beyân
ediniz.
– Bitlis istîlâ olunduğu gece, tahmînen sâ‘at on râddelerinde karakolhânemde
bulunuyordum. Hânemden hemşîrem bir telâş ve heyecân içerisinde karakolhâneye
gelerek düşmanın şehri istîlâ etmekde olduğunu ifâde eylemesi üzerine rüfekâmla
berâber karakoldan hârice çıktığımızda yüz binlerce tüfeng ve mitralyözlerin
tarrakaları işidiliyordu. Ahâlînin kaçmakda olduğunu gördüm. Efrâd-ı â’ilemi
düşmanın ta‘arruz ve tecâvüzâtından kurtarmak için bendeniz de â’ilem ile birlikde
Bitlis’e yarım sâ‘at ba‘îd mesâfede kâ’in Arabköprü denilen mevki‘e doğru
yürümeğe mecbûr oldum. Arkamızdan düşmanın Kazak süvârîsiyle Ermeni çeteleri
ve önümüzde piyâdesi kaçmakda olan ahâlî-i İslâmiyyeyi tevkîf ederek ateşinin
te’sîrâtı altında büyük küçük, çoluk çocuk cümlesini katl ve süvârîlerinin atları ayağı
altında ezdiriyordu. Binlerce ma‘sûm kadın ve kızların kanlarını yerlere akıtdırarak
ve Kazak atlılarının süngüleri ucuyla bir takım sabîlerin âh u enînleri semâları
titretiyordu. Bu manzara-i fecî‘ayı görenlerin ciğerleri parçalanıyordu. Düşmanın
yed-i zulmünden âhar bir sûretle kurtulmuş olan bizim gibi bir kaç nüfûsun güç hâl
ile nefsimizi tahlîse muvaffak olduk. Bu istîlâyı müte‘âkib Van Polis Müdîri Vekîli
Ser-komiser Vefik Bey, Van mürettebâtından olup o esnâda Bitlis’de istihdâm
edilmekde olan Polis Me’mûru Ali, ve Komiser Mu‘âvini Süleyman ve Ağa Bey
nâmında Remzi efendilerle Said Efendi ve Bitlis mürettebâtından Polis Me’mûru
Hamdi ve Resul efendiler ve Bitlis Mahkeme Başkâtibi Şaban Vehbi Efendi ve
ulemâ-yı meşhûreden Molla Said-i Kürdî ve yirmi kadar talebeleriyle birlikde ve
komşularımızdan tüccârândan Abdürrezzak bin Hacı İshak ve daha birçok kimseler
Ermeni çetelerinin kurşun ve süngüleriyle fecî‘ bir sûretde parçalandığını görmüş
isem de hüviyetleri hâtırımda kalmamışdır. Hatta istîlâdan kaçarken berâberimizde
bulunan Komiser Mu‘âvini Mehmed Vehbi Efendi ayağından mecrûh olarak arka
ile mûmâ-ileyhi selâmete çıkardık. Ma‘lûmât ve müşâhedâtım bundan ibâretdir.
– Vermiş olduğunuz ifâdeyi tasdîk ediniz.
– İmzâ ederek temhîren tasdîk ederim.
Fî 19 Mayıs sene [1]332
Bitlis mürettebâtından Mardin’de müstahdem
Polis Me’mûru
Yasin Abdi (?)
Polis-i mûmâ-ileyh tarafından isticvâb edilmiş olduğundan ifâdesi tasdîk
olunur.
Fî Mayıs sene [1]332
Polis Me’mûru
Şükrü
Komiser Mu‘âvini
Abdülhamid
Polis İkinci Komiseri
Ahmed Nazif

osmanlı arşivi

Van mürettebâtından iken hâl-i harb dolayısıyla Bitlis’de istihdâm edilip
ahîren Mardin’e gelerek muvakkaten Mardin’de müstahdem polis me’mûru
seksen beş numarada mukayyed Sâlim Efendi bin
Sa‘dullah’ın ber-vech-i zîr muhlifen ahzolunan ifâdesidir.
Fî 20 Mayıs sene [1]332 Mardin Livâsı Komiseri
Ahmed Nazif
– Van’da Ermeniler tarafından ahâlî-i İslâmiyyeye yapılan zulm ve i‘tisâfdan ne gibi
ma‘lûmât ve meşhûdâtın var ise mufassalan beyân ediniz.
– Van’a düşman kuvvetinin takarrübünden haberdâr olan Van Ermenileri
fırsatdan bi’l-istifâde kasaba ve kurâlarda müttefikan reviş-i isyân göstererek ihtilâle
teşebbüs etdiler. Şöyle ki, hükûmete itâ‘at etmemek ve tekâlîf-i emîriyyeyi
vermemek ve hizmet-i askeriyyelerini îfâ etmeyerek düşmana iltihâk etmek ve eli
silâh tutan bütün Ermeniler silâh be-dest olarak kurâlardan kasabaya ve kasabadan
kurâya mürûr u ubûr eden ahâlî-i İslâmiyyeye ta‘arruzla katlediyorlar idi. Bununla
berâber tebdîl-i havâ sûretiyle kıt‘alarından gelen zu‘afâ-yı askeriyyeyi yollarda ve
ıssız mahallerde yakalayıp katlediyorlar idi ve şu hâlin devamından sonra alenî
olarak Van Ermenileri kıyâm edip hükûmet-i mahalliyyeye asker ve jandarma ve
polislere silâh isti‘mâliyle sokak ve cadde ve mahallât arasında tesâdüf eyledikleri
her ferd-i İslâmı pencere ve kapıdan ateş ederek telef etmekde idiler. Bu
mezâlimleri yirmi yedi gün devam etdikden sonra Rusların Van’ı istîlâ etmesinden
hicret eden ahâlî-i İslâmiyyeyi Ermeni çeteleri tarafından ta‘kîb ve yollarda fecî‘âne
bir sûretde katl ve telef etdikleri gibi hicret edemeyip de dâhilde kalan binlerce
kadın, kız ve zükûr ahâlîyi de vahşiyâne ve koyun zebh edercesine kesdiler.
Polis Me’mûru
Sâlim
Mûmâ-ileyhin huzûrumuzda ifâdesi zabtolunmuşdur.
Van Vilâyeti Muhâsebe-i
Husûsiyye Müdîri
Şevki
Bitlis Vilâyeti Düyûn-ı Umûmiyye Me’mûru
Ahmed
Polis Me’mûru
Şükrü
Komiser Mu‘âvini
Abdurrahman
İkinci Komiser
Ahmed Nazif

osmanlı arşivi

Van mürettebâtından iken hâl-i harb dolayısıyla Bitlis’de istihdâm edilip
ahîren Mardin’e gelerek muvakkaten Mardin’de müstahdem polis me’mûru
seksen beş numarada mukayyed Sâlim Efendi bin
Sa‘dullah’ın ber-vech-i zîr muhlifen ahzolunan ifâdesidir.
Fî 20 Mayıs sene [1]332 Mardin Livâsı Komiseri
Ahmed Nazif
– Van’da Ermeniler tarafından ahâlî-i İslâmiyyeye yapılan zulm ve i‘tisâfdan ne gibi
ma‘lûmât ve meşhûdâtın var ise mufassalan beyân ediniz.
– Van’a düşman kuvvetinin takarrübünden haberdâr olan Van Ermenileri
fırsatdan bi’l-istifâde kasaba ve kurâlarda müttefikan reviş-i isyân göstererek ihtilâle
teşebbüs etdiler. Şöyle ki, hükûmete itâ‘at etmemek ve tekâlîf-i emîriyyeyi
vermemek ve hizmet-i askeriyyelerini îfâ etmeyerek düşmana iltihâk etmek ve eli
silâh tutan bütün Ermeniler silâh be-dest olarak kurâlardan kasabaya ve kasabadan
kurâya mürûr u ubûr eden ahâlî-i İslâmiyyeye ta‘arruzla katlediyorlar idi. Bununla
berâber tebdîl-i havâ sûretiyle kıt‘alarından gelen zu‘afâ-yı askeriyyeyi yollarda ve
ıssız mahallerde yakalayıp katlediyorlar idi ve şu hâlin devamından sonra alenî
olarak Van Ermenileri kıyâm edip hükûmet-i mahalliyyeye asker ve jandarma ve
polislere silâh isti‘mâliyle sokak ve cadde ve mahallât arasında tesâdüf eyledikleri
her ferd-i İslâmı pencere ve kapıdan ateş ederek telef etmekde idiler. Bu
mezâlimleri yirmi yedi gün devam etdikden sonra Rusların Van’ı istîlâ etmesinden
hicret eden ahâlî-i İslâmiyyeyi Ermeni çeteleri tarafından ta‘kîb ve yollarda fecî‘âne
bir sûretde katl ve telef etdikleri gibi hicret edemeyip de dâhilde kalan binlerce
kadın, kız ve zükûr ahâlîyi de vahşiyâne ve koyun zebh edercesine kesdiler.
Polis Me’mûru
Sâlim
Mûmâ-ileyhin huzûrumuzda ifâdesi zabtolunmuşdur.
Van Vilâyeti Muhâsebe-i
Husûsiyye Müdîri
Şevki
Bitlis Vilâyeti Düyûn-ı Umûmiyye Me’mûru
Ahmed
Polis Me’mûru
Şükrü
Komiser Mu‘âvini
Abdurrahman
İkinci Komiser
Ahmed Nazif

osmanlı arşivi

Hakkâri sancağı ahâlîsinden Binbaşı Esad Ağazâde Mardin’de Mahkeme
A‘zâ Mülâzımı Mehmed Tufan Efendi’nin ba‘de’t-tahlîf
ber-vech-i zîr ahzolunan ifâdesidir.
Fî 22 Mayıs sene [1]332
İkinci Komiser
Ahmed Nazif
– Ermenilerin ahâlî-i İslâmiyyeye yapmış oldukları zulm ve işkence hakkında ne gibi
ma‘lûmât ve meşhûdâtınız varsa ber-tafsîl beyân ediniz.
– Bi’l-cümle Avrupa devletlerinin ma‘lûmu olduğu üzere öteden beri
vatanımızda fikr-i istiklâl besleyen vilâyetimizin ve vatanımızın bir cüz’ünün
fekkine yeltenen ve her türlü vesâ’ite mürâca‘at ile ma‘nen ve mâddeten âmâl ve
maksad-ı mefsedet-cûyânelerine muvaffak olamayan ve nüfûsca da bir şirzime-i
kalîleden ibâret olan mülk-i Osmanî’de mutavattın Ermeni milleti, harb-i umûmî
başlayınca umûmunun ırk ve a‘sâbında merkûz olan hırs-ı istiklâl galeyânıyla
muzmerlerini izhâra ve ihtilâl-cûyâne harekâta başladılar. Hele Hakkâri gibi
dünyânın en hacrî olan mahallinde beş-altı yüz hâneden ibâret olan bu alçak ve
denî mahlûk ve şirzime-i kalîlenin nisvânına varıncaya kadar Osmanlı Hükûmet ve
milletine kadîm olan kîn ü buğz ve adâvetlerini izhâr eylediler. Evvelce müteşekkil
komiteleri bütün kuvvetiyle fa‘âliyete gelerek evvel emirde İran hudûdunda
bulunan düşmana evrâk nakl ve pîşdârlık etdiler. [1]330 Teşrîn-i Sânî’nin
dokuzuncu günü düşmanı tahrîk ile Hakkâri’ye mülhak Şikefti nâhiyesinin merkezi
olan Dîr kasabasına getirdiler. Düşmanın Dîr’e geleceği sırada teşekkül eden çete
efrâdı, yol üzerinde bulunan Kürd köyleri ahâlî-i İslâmiyyesinin erkeklerini katli‘âm
ile en kebîri üç yaşında bulunan binden mütecâviz etfâli kılınç ve kamaları ile parça
parça ve her parçalarını bir el kadar bırakarak etfâl cesedinden siperler yapdılar. Üçdört
yüzü mütecâviz Ekrâd kızlarının bikrini izâle ve kadınların ihtiyârlarını katl ve
i‘dâm ve gençlerine her türlü hakâreti icrâ eylediler. Mezkûr Teşrîn-i Sânî’nin on
yedinci salı günü idi ki düşman Hakkâri livâsının merkezi olan Başkala kasabasına
gelmezden mukaddem küllî mikdârda Ermeni çeteleri kasabaya girerek kasabada
bulunan Ermenilerle bi’l-ittifâk ef‘âl ve harekât-ı vahşiyânelerine başladılar.
Kendilerince Dehli Oseb veled-i Haço’nun riyâseti tahtında Patrikhâne’de bir idârei
örfiyye teşkîl ile ahâlî-i İslâmiyyeden iki yüz kadarını Patrikhâne’nin ahırına habs
ile işkence ve tazyîk ve nakdiyât talebinde ve mahkeme a‘zâsından Karebet
Efendi’nin riyâseti tahtında tertîb olunan çete efrâdı İslâm hânelerini bi’t-taharrî
hânelerde buldukları İslâm ve Yahûdilerin bâkire kızlarına tasallut ve ta‘arruz u
havf u haşyetden münferiden köylere çekilen me’mûrîn ve ahâlînin hânelerinin kapı
ve bacalarını geceleyin kırarak bi’d-duhûl emvâl ve eşya-yı beytiyyelerini nehb ü
gârât ve bu esnâda kasabanın İslâm ahâlîsinden Şeyh Taha, ve Şeyh Yusuf ve
Seyyid İbrâhim ve Alay Kâtibi Ali efendilerin ve isimleri ta‘dâd olunursa bir esâmî
defteri teşkîl edecek kadar me’mûrîn ve ahâlî-i mahalliyyenin ve bu miyânda
çâkerlerinin de üç yüz liralık mefrûşât ve eşya-yı beytiyye ve huliyyât-ı sâ’ireyi ve
tekâlîf-i harbiyye anbarındaki erzâk ve eşya-yı sâ’ireyi ve Nuril (?) oğullarının
dükkânlarıyla İslâm dükkânlarında bulunan eşya-yı ticâriyyeyi yağma etdiler ve bu
sırada Nuril (?) oğlu Süleyman’ı bulunduğu karyeden celble mezkûr Patrikhâne
ahırına habs ve ateşde kızmış şişlerle dağlamak sûretiyle tehdîd ve işkence ve
kendisinden beş bin lira talebinde bulundular ve her biri bir İslâm hânesinin emvâl
ve eşyasını ve â’ile efrâdını ve esircesine temellük ve tasarruf ve miyânelerinde
taksîm etdikleri İslâm hânelerinde ikâmet etmeğe başladılar ve karyelere nehb ü
gârât ve katli‘âm sûretiyle çete teşkîl ve i‘zâm eylediler. Düşman, on üç gün
Başkala’da ikâmet etdiği sırada Ermeni çetesinin yapmadığı fezâhat ve şenâ‘at
kalmadı. Câmi‘de İslâm kızlarının bikrini izâle ve ayş [ü] işret etdiler. On üç gün
sonra düşman kasabadan tard olunduğu sırada, çete efrâdı olan kasaba
Ermenilerinden bir kısmı İslâm ve kendi hânelerinde tahassun ile bir gün akşama
kadar müsâdeme ve bir kısmı da Rusya’ya iltihâk ve yine yol üzerinde bakiyye-i
süyûf olarak kalmış olan İslâmları bütün katl ve itlâf ve her bir hânede etfâl-i sağîr
ve kebîr onar cesed bırakdılar ve geçdikleri köyleri yağma ve hâneleri ve
çâkerlerinin de hânemi ihrâk etdiler. Düşmanın ta‘kîbi sırasında uğradığımız İslâm
köylerinde insân cesedinden tepeler teşekkül eylemiş ve mecrûh sabî ve sıbyânın
yerlerde sürünerek etdikleri nâle ve feryâd yürekleri ezmekde ve âh u enînleri
küngüre-i âsumâna çıkmış idi. Bu vahşî canavar çetelerinin etfâl-i İslâm hakkında
yapmış oldukları fezâhat ve şenâ‘atin tafsîl ve beyânı ise târîh-i İslâmîye en meşhûr
olan cenklere rahmet okutacak derecede olduğundan bu vâdîde muhtasaran hikâyei
hâl kabîlinden mecrûh sabîlerden kiminin bir ayağı, kiminin bir kolu, kiminin iki
ayağı ile eli ıskât ve kiminin gözleri ihrâc ve kiminin batnı teşrîh ile ameliyyât-ı
teşrîhiyye îfâ ve kiminin yanlarında cebler açılarak elleri ceblerine sokulmak ve
kadınların ferc ve memeleri kesilmek sûretiyle her bir türlü işkenceler ve hilkatin
bidâyetinden şimdiye kadar görülmemiş ve vukû‘a gelmemiş mezâlim ve i‘tisâfât ve
şenâ‘at icrâ etdikleri görüldüğü ma‘rûzdur.
– İfâdenizi tasdîk ediniz.
Hakkâri Ahâlîsinden Binbaşı
Esad Ağazâde Mardin A‘zâ Mülâzımı
Tufan Mehmed
Polis Me’mûru
Ekrem Muhib
Komiser Mu‘âvini
Abdülhamid
Mardin Livâsı Komiseri
Ahmed Nazif

osmanlı arşivi

Hakkâri sancağı ahâlîsinden Binbaşı Esad Ağazâde Mardin’de Mahkeme
A‘zâ Mülâzımı Mehmed Tufan Efendi’nin ba‘de’t-tahlîf
ber-vech-i zîr ahzolunan ifâdesidir.
Fî 22 Mayıs sene [1]332
İkinci Komiser
Ahmed Nazif
– Ermenilerin ahâlî-i İslâmiyyeye yapmış oldukları zulm ve işkence hakkında ne gibi
ma‘lûmât ve meşhûdâtınız varsa ber-tafsîl beyân ediniz.
– Bi’l-cümle Avrupa devletlerinin ma‘lûmu olduğu üzere öteden beri
vatanımızda fikr-i istiklâl besleyen vilâyetimizin ve vatanımızın bir cüz’ünün
fekkine yeltenen ve her türlü vesâ’ite mürâca‘at ile ma‘nen ve mâddeten âmâl ve
maksad-ı mefsedet-cûyânelerine muvaffak olamayan ve nüfûsca da bir şirzime-i
kalîleden ibâret olan mülk-i Osmanî’de mutavattın Ermeni milleti, harb-i umûmî
başlayınca umûmunun ırk ve a‘sâbında merkûz olan hırs-ı istiklâl galeyânıyla
muzmerlerini izhâra ve ihtilâl-cûyâne harekâta başladılar. Hele Hakkâri gibi
dünyânın en hacrî olan mahallinde beş-altı yüz hâneden ibâret olan bu alçak ve
denî mahlûk ve şirzime-i kalîlenin nisvânına varıncaya kadar Osmanlı Hükûmet ve
milletine kadîm olan kîn ü buğz ve adâvetlerini izhâr eylediler. Evvelce müteşekkil
komiteleri bütün kuvvetiyle fa‘âliyete gelerek evvel emirde İran hudûdunda
bulunan düşmana evrâk nakl ve pîşdârlık etdiler. [1]330 Teşrîn-i Sânî’nin
dokuzuncu günü düşmanı tahrîk ile Hakkâri’ye mülhak Şikefti nâhiyesinin merkezi
olan Dîr kasabasına getirdiler. Düşmanın Dîr’e geleceği sırada teşekkül eden çete
efrâdı, yol üzerinde bulunan Kürd köyleri ahâlî-i İslâmiyyesinin erkeklerini katli‘âm
ile en kebîri üç yaşında bulunan binden mütecâviz etfâli kılınç ve kamaları ile parça
parça ve her parçalarını bir el kadar bırakarak etfâl cesedinden siperler yapdılar. Üçdört
yüzü mütecâviz Ekrâd kızlarının bikrini izâle ve kadınların ihtiyârlarını katl ve
i‘dâm ve gençlerine her türlü hakâreti icrâ eylediler. Mezkûr Teşrîn-i Sânî’nin on
yedinci salı günü idi ki düşman Hakkâri livâsının merkezi olan Başkala kasabasına
gelmezden mukaddem küllî mikdârda Ermeni çeteleri kasabaya girerek kasabada
bulunan Ermenilerle bi’l-ittifâk ef‘âl ve harekât-ı vahşiyânelerine başladılar.
Kendilerince Dehli Oseb veled-i Haço’nun riyâseti tahtında Patrikhâne’de bir idârei
örfiyye teşkîl ile ahâlî-i İslâmiyyeden iki yüz kadarını Patrikhâne’nin ahırına habs
ile işkence ve tazyîk ve nakdiyât talebinde ve mahkeme a‘zâsından Karebet
Efendi’nin riyâseti tahtında tertîb olunan çete efrâdı İslâm hânelerini bi’t-taharrî
hânelerde buldukları İslâm ve Yahûdilerin bâkire kızlarına tasallut ve ta‘arruz u
havf u haşyetden münferiden köylere çekilen me’mûrîn ve ahâlînin hânelerinin kapı
ve bacalarını geceleyin kırarak bi’d-duhûl emvâl ve eşya-yı beytiyyelerini nehb ü
gârât ve bu esnâda kasabanın İslâm ahâlîsinden Şeyh Taha, ve Şeyh Yusuf ve
Seyyid İbrâhim ve Alay Kâtibi Ali efendilerin ve isimleri ta‘dâd olunursa bir esâmî
defteri teşkîl edecek kadar me’mûrîn ve ahâlî-i mahalliyyenin ve bu miyânda
çâkerlerinin de üç yüz liralık mefrûşât ve eşya-yı beytiyye ve huliyyât-ı sâ’ireyi ve
tekâlîf-i harbiyye anbarındaki erzâk ve eşya-yı sâ’ireyi ve Nuril (?) oğullarının
dükkânlarıyla İslâm dükkânlarında bulunan eşya-yı ticâriyyeyi yağma etdiler ve bu
sırada Nuril (?) oğlu Süleyman’ı bulunduğu karyeden celble mezkûr Patrikhâne
ahırına habs ve ateşde kızmış şişlerle dağlamak sûretiyle tehdîd ve işkence ve
kendisinden beş bin lira talebinde bulundular ve her biri bir İslâm hânesinin emvâl
ve eşyasını ve â’ile efrâdını ve esircesine temellük ve tasarruf ve miyânelerinde
taksîm etdikleri İslâm hânelerinde ikâmet etmeğe başladılar ve karyelere nehb ü
gârât ve katli‘âm sûretiyle çete teşkîl ve i‘zâm eylediler. Düşman, on üç gün
Başkala’da ikâmet etdiği sırada Ermeni çetesinin yapmadığı fezâhat ve şenâ‘at
kalmadı. Câmi‘de İslâm kızlarının bikrini izâle ve ayş [ü] işret etdiler. On üç gün
sonra düşman kasabadan tard olunduğu sırada, çete efrâdı olan kasaba
Ermenilerinden bir kısmı İslâm ve kendi hânelerinde tahassun ile bir gün akşama
kadar müsâdeme ve bir kısmı da Rusya’ya iltihâk ve yine yol üzerinde bakiyye-i
süyûf olarak kalmış olan İslâmları bütün katl ve itlâf ve her bir hânede etfâl-i sağîr
ve kebîr onar cesed bırakdılar ve geçdikleri köyleri yağma ve hâneleri ve
çâkerlerinin de hânemi ihrâk etdiler. Düşmanın ta‘kîbi sırasında uğradığımız İslâm
köylerinde insân cesedinden tepeler teşekkül eylemiş ve mecrûh sabî ve sıbyânın
yerlerde sürünerek etdikleri nâle ve feryâd yürekleri ezmekde ve âh u enînleri
küngüre-i âsumâna çıkmış idi. Bu vahşî canavar çetelerinin etfâl-i İslâm hakkında
yapmış oldukları fezâhat ve şenâ‘atin tafsîl ve beyânı ise târîh-i İslâmîye en meşhûr
olan cenklere rahmet okutacak derecede olduğundan bu vâdîde muhtasaran hikâyei
hâl kabîlinden mecrûh sabîlerden kiminin bir ayağı, kiminin bir kolu, kiminin iki
ayağı ile eli ıskât ve kiminin gözleri ihrâc ve kiminin batnı teşrîh ile ameliyyât-ı
teşrîhiyye îfâ ve kiminin yanlarında cebler açılarak elleri ceblerine sokulmak ve
kadınların ferc ve memeleri kesilmek sûretiyle her bir türlü işkenceler ve hilkatin
bidâyetinden şimdiye kadar görülmemiş ve vukû‘a gelmemiş mezâlim ve i‘tisâfât ve
şenâ‘at icrâ etdikleri görüldüğü ma‘rûzdur.
– İfâdenizi tasdîk ediniz.
Hakkâri Ahâlîsinden Binbaşı
Esad Ağazâde Mardin A‘zâ Mülâzımı
Tufan Mehmed
Polis Me’mûru
Ekrem Muhib
Komiser Mu‘âvini
Abdülhamid
Mardin Livâsı Komiseri
Ahmed Nazif

osmanlı arşivi

Bitlis muhâcirlerinden olup Mardin’de Kayalu karyesinde
iskân etdirilen Ali bin Süleyman’ın ber-vech-i zîr
muhlifen zabtolunan ifâdesidir.
Fî 28 Mayıs sene [1]332
Mardin Livâsı Polis Komiseri
Ahmed Nazif
– Bitlis’in esnâ-yı istîlâsında Ruslarla Ermeni çetelerinin ahâlî-i İslâmiyyeye ne gibi
zulm ve i‘tisâfda bulunduklarına ma‘lûmât ve meşhûdâtın neden ibâret ise mufassalan beyân et!
– Bitlis’in esnâ-yı istîlâsında ale’s-sabah düşmanın takarrübünden vaktiyle
haberdâr olan gerek Van Ermenileri ve gerekse Bitlis Ermenileri Ruslarla berâber
memleketimiz üzerine hücûm ederek katli‘âm gibi vahşiyâne sûretde ahâlî-i
İslâmiyye sabî ve sıbyânları nı kesmeye başladılar. Fırsat bularak firâr edeceğimiz her
bir noktadan Ermeniler karşımıza çıkarak kimisini öldürüp, kimisini mecrûh ederek
men‘ etdiler. O sırada o hâ’inler tarafından kâ’im birâderim on yaşındaki Ali ile
vâlidesi Rebîşe Hatun’u ve Mazoran Şeyhi Şeyh Ahmed ve haremini ve
hizmetkârını ve komşumuzdan Ahmed oğlu Receb’i ve yetmiş-seksen yaşlarında
mahallemiz ahâlîsinden Hasan ile mahdûmu İzzet ve hastahâne perâkendelerinden
iki asker efrâdını, bunların cümlesini gözümün önünde et parçası gibi doğradılar.
Hatta canımı kurtarmak havliyle firâr ettiğim zaman âgûşumda bulunan yeğenim
süt emziren çocuğu çekip havâya fırlatarak atdığı zaman bir-iki kılıç hamlesiyle iki
pâre eylediler. Kardaşlarımla berâber on yedi nüfûs idik. Beş kişi can kurtarabildik.
Mâ-bâkîsi telef edilip Ermeniler elinde esîr kaldılar. Bâkire kızların beş-on kişi
tarafından iffet ve ismetlerini pây-mâl ederek ağızlarından ve burunlarından,
bacaklarından kanlar akarak yerlerde süründürdüler. Ve mâ-hâsılı ta‘dâda gelmez
zulmleri irtikâb ederek üç-beş kişi Müslümanları bir ipe bağlayarak nişân usûlü
ittihâz etmek sûretiyle kurşunla telef etdiler.

osmanlı arşivi

Bitlis muhâcirlerinden olup Mardin’de Kabala karyesinde iskân
etdirilen Abdürrezzak oğlu Kâmil’in ber-vech-i zîr
muhlifen zabtolunan ifâdesidir.
Fî 28 Mayıs sene [1]332
Mardin Livâsı Polis Komiseri
Ahmed Nazif
– Memleketiniz bulunan Bitlis Vilâyeti düşman tarafından istîlâ edildiği vakit Ruslarla
Ermeni çetelerinin ne gibi zulm u ta‘addîde bulunduklarına dâ’ir ma‘lûmât ve meşhûdâtın neden
ibâret ise mufassalan beyân et!
– Düşmanın ale’s-sabah memleketimizi istîlâsında, derhâl dayımın ve
birâderimin hâneleri halkıyla Arablar köprüsüne kadar firâr etdik. Hemen
düşmandan yakayı kurtarmak üzere iken Ermeni çeteleri önümüzü keserek
birâderim Çerkes, dayım oğlu Abdülkâdir ve hemşîresi Emine’yi katletdiler. Şu
ta‘dâd etdiğim on sekiz baş nüfûsdan beş kişi perîşân bir hâlde buraya kadar
gelebildik. Öteki ciğer-pârelerim esîr ve telef edildi. Benim gördüğüm bundan
ibâretdir.
Bitlisli Abdürrezzak oğlu
Kâmil
Merkûmun ifâdeleri huzûrumuzda zabtolunmuşdur.
Polis Me’mûru
Rüşdü
Komiser Mu‘âvini
Abdülhamid
İkinci Komiser
Ahmed Nazif
İşbu tahkîkât evrâkı on bir sahîfeden ibâret olduğu tasdîk olunur.
Fî 28 Mayıs sene [1]332
Mardin Polis Komiseri
Ahmed Nazif

OSMANLI ARŞİVİBalta ile Katliam: İzmit’in Kullar köyünden Ermeniler tarafından balta ile katledilen müslümanlardan bir kısmının olaydan sonra çekilen fotoğrafı

osmanlı arşivi

Diyarbakır’ın Şark nahiyesine bağlı Hızır İlyas köyü Mersani deresi (23 Temmuz 1915). Hono ismindeki ermeninin başında bulunduğu çete tarafından hançer ve kurşunla şehit edilen erkek, kadın ve çocuklar.

osmanlı arşiviSivas’ta Ermeni çeteleri tarafından yapılan katliamda boğazı kesilerek öldürülen jandarma Mustafa.

osmanlı arşiviOrdudan hava değişikliği için terhis edilen ve 23 Temmuz 1915 de Diyarbakır’ın Lice kazasına bağlı Kum ve Çom köyleri civarında elleri ayakları bağlanarak Ermeni komitecileri tarafından şehid edilen askerler.

osmanlı arşiviDiyarbakır’ın Şark nahiyesine bağlı Hızır İlyas köyü Mersani deresi (23 Temmuz 1915). Hono ismindeki ermeninin başında bulunduğu çete tarafından hançer ve kurşunla şehit edilen erkek, kadın ve çocuklar.

osmanlı arşivi29 Ağustos 1914 tarihinde Ermeni çeteleri tarafından Siverek-Urfa Yüksekyol ve Karacadağ civarında türbe ziyareti sırasında esir edilip canlı hedef yapılarak şehit edilen müslüman Anadolu Halkı.

SÖZDE ERMENİ SOYKIRIMI HAKKINDA ABD Lİ PROFESÖRÜN CESUR AÇIKLAMALARI (EN BÜYÜK ACIYI TÜRK’LER ÇEKTİ)

Yorum bırakın

Ne soykırım var… Ne ırkçılık…

 

Tarihçi Prof. Justin McCarthy ile tarih kitaplarında pek yer verilmeyen Osmanlı topraklarındaki 5 milyon Müslümanın acı göç hikayesini, harita olarak yayımladı.

TCA, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılış döneminde yaşanan ama Batılı tarihçiler tarafından genellikle sadece Osmanlı’daki Hıristiyanlara odaklanılarak tek taraflı anlatılan göç konusunda madalyonun öteki yüzüne de dikkati çeken bir çalışmayı ortaya koydu.

Justin McCarthy’nin hazırladığı ve Müslümanların göç rotalarını gösteren harita şöyle:

Louisville Üniversitesi’nde tarih profesörü olan ve Osmanlı İmparatorluğu hakkında ayrıntılı demografik çalışmalarda bulunan Prof. McCarthy tarafından hazırlanan “Osmanlı İmparatorluğu’nda Zorunlu Göç ve Ölümler-Açıklamalı Harita”da, Osmanlı topraklarında, 1770-1923 yıllarında göç eden 5 milyon Müslüman tebanın yaşadığı göç gösteriliyor. Böylece, Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılma sürecinin Ermeniler gibi sadece Hıristiyan nüfusu etkilemediğine, milyonlarca insanın acı ve zorluklar yaşadığına vurgu yapılıyor.

Ayrıca, Osmanlı topraklarında göçe zorlananların 5 milyonunun Müslüman, 1.9 milyonunun Hıristiyan olduğuna işaret eden harita, böylece savaş ve iç çatışmaların acılarını, düşünüldüğünün aksine, daha çok Müslümanların yaşadığını gözler önüne seriyor.

ÖLEN MÜSLÜMAN SAYISI HIRISTİYANLARIN 4 KATI

 

Harita, 1864-1922 yıllarında yaşanan savaş ve iç çatışmalar sırasında hayatlarını kaybeden Müslümanların sayısının, Hıristiyanlarınkine oranla 4 katı fazla olduğunu da gösteriyor.

Harita, aynı zamanda, 1864-1922 yılları arasında, Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanması sürecinde ölen 5 milyon Osmanlı Müslüman’a yönelik bir kayıt anlamına da geliyor.

EN BÜYÜK ACIYI TÜRKLER ÇEKTİ

 

Prof. McCarthy, konuyla ilgili olarak yaptığı açıklamada, Osmanlı topraklarında yaşayan değişik kimliklere mensup tüm grupların acı çektiğini ifade etti. Ancak, Müslümanların, özellikle de Türklerin en büyük acılara maruz kalan kesim olduğuna dikkati çeken McCarthy, “Haritanın, tüm bu insanların felaketlerle dolu kaderlerini göz önüne sereceğini umuyorum” dedi.

TCA Başkanı Lincoln McCurdy de kurum olarak bu yayını desteklemiş olmaktan gurur duyduklarını belirtti. Prof. McCarthy’ye, “tarihin sayfalarında neredeyse hiç yer almayan Müslüman Osmanlı halkları hakkında bıkmadan ve yılmadan yaptığı kapsamlı araştırmaları dolayısıyla” teşekkür eden McCurdy, şunları kaydetti:

“Çok az Türk aile vardır ki büyükannesi veya büyükbabası, Yunanistan, Bulgaristan, Makedonya, Kırım veya Kafkasya’dan gelmiş olmasın. Ya da Anadolu’da yaşanan savaslardan dolayı yaşadığı iç göçe dair acı bir hikayesi bulunmasın.

YAŞANAN TRAJEDİLER TÜRKLERE DÜŞMANLIĞA DÖNÜŞTÜ

 

Ancak, modern Türkiye’nin kurucuları, genç Cumhuriyetin, bir varoluş mücadelesinden çıkmış halkını, geçmiş yerine geleceğe bakmaya yönlendirmiş ve eski düşmanlarıyla barış felsefesini benimsemistir. Ne yazık ki, başka toplumlar, yaşadıkları trajedileri Türklere karşı nesilden nesile aktarılan düşmanlığa dönüştürdü.

Bu harita çalışması, Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılışı sürecinde Müslüman halkların kayıplarını göz ardı ya da inkar eden, geçmiş çağların ırkçı ve bağnaz yaklaşımlarının izlerini taşıyan zihniyete bilimsel bir cevaptır.”

Older Entries